Evliya Çelebi

Seyâhatnâme’siyle meşhur bir Türk yazarı ve seyyahı. 1611’de İstanbul’un Unkapanı semtinde doğdu. Aslen Kütahyalı olan âilesi, fetihten sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Babası Saray-ı Hümâyûn kuyumcubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendidir. Devrin büyük imâmlarından Evliyâ Mehmed Efendiye çok hürmet duyduğu için oğlunun ismini Evliyâ koydu.

İlk tahsilini Sıbyan Mektebinde yapan Evliyâ Çelebi, daha sonra Unkapanı’nda Fil Yokuşu’ndaki Hamid Efendi Medresesinde, yedi yıl eğitim gördü. Bu arada Sâdizâde Dârülkurrâ’sına giderek Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Babasından da zamânın güzel sanatlarından olan hat, nakış, tezhib öğrendi. 1635 yılında, teyzezâdesi Silahdâr Melek Ahmed Ağa vâsıtasıyla Ayasofya Câmiinde Dördüncü Murad Hana takdim edilen Evliyâ Çelebi, yüksek seviyede devlet adamlarının, ilim erbâbının ve askerî şahsiyetlerin yetiştiği kaynakların en büyüklerinden biri olan Enderûn Mektebine alındı. Burada dört yıl kaldıktan sonra 40 akçeyle sipâhî zümresine katıldı.

Evliyâ Çelebi, genç yaşta (1630’larda) seyâhat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mîmârî eserleri tanımak arzusuna düştü. Buna, içinde yaşadığı çevrenin büyük ölçüde sebep teşkil ettiği görülmektedir. Babasının Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinden kalma, güngörmüş bir kişi olması, hepsi hoş-sohbet kimseler olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler, zâten insanları, yeryüzünü tanımaya meraklı olan Evliyâ Çelebi’yi gezip görmeye, tanımaya daha da heveslendirdi.

Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini düşündüğünü; “Peder ve mâder (anne) ve üstad ve birâder kahırlarından nice halâs olup, cihânkeş olurum.” sözleriyle belirten Evliyâ Çelebi, Aşure Gecesi, rüyâsında, Yemiş İskelesindeki Ahi Çelebi Câmiinde kalabalık bir cemâat arasında Peygamber efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) görmüş, huzûruna varınca; “Şefâat yâ Resûlallah!” diyecekken, heyacanla; “Seyâhat yâ Resûlallah!” demiştir. Peygamber efendimiz de tebessüm buyurup, bu gence hem şefâatini müjdelemiş, hem de seyâhati ihsân etmiş, orada bulunan Sa’d bin Ebî Vakkas (radıyallahü anh) da gezdiği yerleri ve gördüklerini yazmasını tavsiye etmiştir.

Uykudan uyanınca ilk iş olarak, rüyâsını zamânın meşhur yorumcularından, Kâsım Paşa Mevlevihânesi Şeyhi Abdullah Dede’ye anlatır. Dede, bu parlak rüyâyı güzelce yorumladıktan sonra; “İptidâ, bizim İstanbul’cağızı tahrir eyle” tavsiyesinde bulunur. Evliyâ Çelebi’nin ilk faaliyeti olan İstanbul gezileri netîcesinde başlıbaşına bir İstanbul târihi sayılabilecek Seyâhatnâme’nin birinci cildi meydana gelmiştir. Ancak, babası, Evliyâ Çelebi’nin taşraya çıkmasına uzun zaman karşı koyup, izin vermemiştir. Fakat 1640’ta, eski dostu Okçuzâde Ahmed Çelebi ile gizlice Bursa’ya giden Evliyâ Çelebi’nin bu yolculuğu bir ay sürer. Dönüşünde artık oğlunu tutamayacağını anlayan babası, seyâhata çıkmasına izin verir. Türk İslâm edebiyâtının, dünyâca tanınmış bir şahsiyeti böylece doğar.

İstanbul’da dört yıl kaldıktan sonra, Yûsuf Paşa ile Hanya Seferine katılan Evliyâ Çelebi, sonra tekrar İstanbul’a döndü. Ertesi yıl (1647’de) Defterdârzâde Mehmed Paşa ile Erzurum’a gitti ve bu arada Tiflis ile Bakü’yü gezdi. Defterdârzâde’nin Şuşik Beyi üzerine yaptığı sefere de katılan Çelebi, Âzerbaycan ve Gürcistan’ı da görmek fırsatını buldu. Gürcistan Seferinde bulunduktan sonra 1647 kışını Erzurum’da geçirdi. Bu sırada devlet, Vardar Ali Paşa isyânına karşı gerekli işlerle uğraşırken, Anadolu’daki paşalarla anlaşmaya çalışan Defterdârzâde, Evliyâ Çelebi’yi kuvvet toplamak ve mektup getirip-götürmekle görevlendirdi.

1650’de Melek Ahmed Paşanın sadrâzam olması üzerine, Evliyâ Çelebi’nin eline pekçok yeri gezme fırsatı geçti. Celâlîleri cezâlandırmak üzere ordu ile Söğüt yöresine gitti. Sadrâzam, Özi Beylerbeyliğine tâyin olununca, Evliyâ Çelebi’nin de ilk Rumeli seyâhati başladı (23 Ağustos 1651-Haziran sonları 1653). Seyâhate, bâzan Melek Ahmed Paşa ile bâzan da yalnız çıktı. Rusçuk’tan İstanbul’a mektup getirip-götürdü. Silistre’ye gitti. Özi eyâletinin kasaba ve köylerini dolaştı. Baba dağı köylerinde gördüklerini yazdı. Sofya’da bulundu.

Vasvar Antlaşmasından sonra elçi olan Kara Mehmed Paşanın maiyetinde Viyana’ya gitti. 1668’de ise İstanbul’dan çıkıp kara yolu ile Batı Trakya, Makedonya ve Teselya’yı gezdi. Mora sâhillerine ve oradan da Kandiye’nin fethinde bulunmak üzere Girit Adasına geçti. Mayna İsyânı üzerine tekrar Mora’ya dönüp, Adriya sâhillerini dolaştı. Senelerce at üzerinde seyâhat etmesi, cirit oynaması, iyi silâh kullanması, Evliyâ Çelebi’nin çevik ve sıhhatli bir yapıya sâhib olduğunu göstermektedir. Evlenmediği, çocuğu olmadığı bilinmektedir. Zengin ve köklü bir âileye mensûb olup, gezi gâyesiyle gittiği çeşitli yerlerde vazîfeler almış, katıldığı pekçok savaştan aldığı ganîmetler, verilen hediyeler ve gezdiği yerlerde yaptığı ticâretten elde ettiği para ile rahat bir hayat sürmüştür. Ölüm târihi kat’î olarak bilinmemekle birlikte, 1682 olduğu tahmin edilmektedir.

Evliyâ Çelebi, gerek pâdişahlar ve gerekse diğer ileri gelen devlet erkânıyla, yakın ahbaplıklar kurmuş olmasına rağmen, hiçbir makam-mevki hırsına kapılmadığı görülüyor. O, ömrünü, gezip-görmeye, yeni insanlar ve beldeler tanımaya, onlar hakkında bilgiler edinmeye adamıştır. Seyâhat hâtırı için pekçok kimseyle, maiyetinde bulunduğu kişilerle hoş geçinmek gibi zor bir işin üstesinden gelen Çelebi, uysal yaradılışlı, zekâsı, nüktedânlığı ve kültürü sâyesinde meclislerin neşesi olan, her yerde aranan pek sevimli bir zâttı. Bütün sâmimiliğine ve hoşgörüsüne rağmen, gördüğü uygunsuzlukları, açık veya kapalı bir dille tenkid etmekten çekinmedi.

Evliyâ Çelebi’nin kendinden sonrakilere, bilhassa târih ve coğrafya alanında büyük hazîne olarak bıraktığı Seyâhatnâme’nin aslı on cilttir. İstanbul Kütüphânelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dil bakımından dikkat çeken eserin imlâsında tutarsızlık görülür. Bu tutarsızlık, her memleketin ağzına göre kaleme alınmasından ileri gelmektedir. Eser bu açıdan ele alınınca büyük bir diyalektik malzeme olarak ortaya çıkar.

Eserin birinci cildinde İstanbul’un târihi, kuşatmaları ve fethi, İstanbul’daki mübârek makamlar, câmiler, Sultan Süleymân Kânunnâmesi, Anadolu ve Rumeli’nin mülkî taksimâtı, çeşitli kimselerin yaptırdığı câmi, medrese, mescit, türbe, tekke, imâret, hastahâne, konak, kervansaray, sebilhâne, hamamlar… Fâtih Sultan Mehmed zamânından îtibâren yetişen vezirler, âlimler, nişancılar, İstanbul esnâfı ve sanatkârları yer almaktadır.

İkinci ciltte Mudanya ve Bursa, Osmanlı Devletinin kuruluşu, İstanbul’un fethinden önceki Osmanlı sultanları, Bursa’nın âlimleri, vezirleri ve şâirleri, Trabzon ve havâlisi, Gürcistan dolayları; üçüncü ciltte Üsküdar’dan Şam’a kadar yol boyunca bütün şehir ve kasabalar, Niğbolu, Silistre, Filibe, Edirne, Sofya ve Şumnu şehirleri hakkında geniş bilgiler; dördüncü ciltte İstanbul’dan Van’a kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, Evliyâ Çelebi’nin elçi olarak İran’a gidişi, İran ve Irak hakkında bilgiler; beşinci ciltte Tokat sonra Rumeli, Sarıkamış’tan Avrupa’ya kadar çeşitli ülke ve eyâletler; altıncı ciltte Macaristan ve Almanya; yedinci ciltte Avusturya, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyârı; Ejderhan havâlisi; sekizinci ciltte Kırım ve Girit olayları, Selânik ve Rumeli’deki hâdiseler; dokuzuncu ciltte İstanbul’dan Mekke ve Medîne’ye kadar yol üzerindeki bütün şehir ve kasabalar, evliyâ menkıbeleri ile Mekke ve Medîne hakkında geniş bilgiler; onuncu ciltte ise Mısır ve havâlisi yer almaktadır.

Seyâhatnâme ilk olarak 1848’de Kâhire Bulak Matbaasında Müntehâbât-ı Evliyâ Çelebi adıyla yayınlanmıştır. İkdam Gazetesi sâhibi Ahmed Cevdet Bey ile Necib Âsım Bey, Pertev Paşa Kütüphânesindeki nüshayı esas alarak 1896 senesinde İstanbul’da basmaya başladılar. 1902 senesine kadar ancak ilk altı cildi yayınlanabilmiştir. Yedinci ve sekizinci ciltleri 1928’de Türk Târih Encümeni, dokuz ve onuncu ciltleri ise 1938’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Daha sonraları ise eser ya kısaltılarak veya seçmeler yapılarak çeşitli araştırmacılar tarafından yayınlanmıştır.

KAYNAK: REHBER ANSİKLOPEDİSİ, 7. CİLT

Evliya Çelebi (Mehmed Zılli İbn-i Derviş) kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: Osmanlılar’ca Arabların «İbn-i Batuta»sı gibi telakki olunur. Doğumu 1020 (1611) tarihindedir. İstanbullu meşhur bir seyyahtır. Bazan resmi me’muriyet, bazan da ufak tefek maiyyet memurluğu ile Anadolu, Suriye, Irak, Mısır, İran, Macaristan, Lehistan, Almanya, Felemenk, Danimarka, İsveç ve Rusya’ya seyahat edip Kırım yolu ile İstanbul’a avdet ederek on cilt tutan mufassal bir seyahatname kaleme almıştır ki ikdam matbaası tarafından altı cildi basılmıştır.

Bu seyahatname’de eski tarihe ait hurafeleri andırır rivayetler varsa da şahit olduğu vak’aların rivayetlerinin çoğu doğruluğa yakın ve istifadeyi mucibtir. Bu mufassal seyahatnamesinden, İstanbul ve civarı hakkındaki hurafelerini hikaye eden çok az bir kısmı daha önce basılmış ve neşr edilmiş olduğu için zavallı Evliya Çelebi’nin ismi yakın zamana ka­dar ekseri Osmanlı maarifçileri arasında adeta alayla karşılanırdı. Evli­ya Celebi merhum Yunan ve Latin dillerine aşina idi. Rumca «Niyvan» tarihini ve bu lisanlar üzerine yazılmış diğer eserleri ve tarih kitablarını mutalea ederek Meşhur seyahatnamesinin tarihe ait olan vak’alar kısmı için bu eserlerden hayli istifade etmiştir. Bu sebeble sözü geçen vak’alar arasında pek acaib görünen bazıları adı geçen kitaba Rum ve Frenk eserlerinden intikal etmiştir. On cildden ibaret olan seyahatnamesinin tam takımı Üskudar’da Selimiye Dergahı kütüphanesinde, bir takımı da Bab-i Ali karşısında Beşir Ağa Kütüphanesinde vardır. Beyoğlu Belediye Dairesine yakın Şişhane Karakolunun Kasım Paşa cihetindeki Meyyitzade Kabri denilen kabristanda ailesine mensub olduğunu zikrettiği sofa’da gömülmüştür. Bu sofa’ya dair basılmış seyahatnamesinin c. 1, sh. 424’de tafsilat vardır. Maamafih bu kabristanın esefle kaydetmek lazım gelir ki ekseri cihetleri yıkılıp yok olduğundan bugün Evliya Çelebi kabrinden hiç bir iz kalmamıştır.

Doğum tarihi 1020 (1611) ise de vefat tarihi belli değildir. Matbu seyahatnamesinin c. 1 ,sh. 385’de «şakaname» isminde bir eseri de olduğunu zikrediyor. Cilt 6, sh. 227’de sülalesini şu şekilde sayıyor:

«… Pederimiz serzergeran-i dergah-i ali [Dergah-i Ali kuyumcubaşısı] derviş Mehmed Zilli ibn-i Ahmed ibn-i Kara Mustafa ibn-i Yavzar ibn-i Ece Yakup ibn-i Germiyanzade Yakup beydir ki o da Türk Türkan Hoca Ahmed Yesevi sülalesindendir. 1225 (1810) tarihinde irtihal ederek Eyüp’te Bostan iskelesine defn edilen Enderun-i Hümayun’un Seferli (Savaştaki duacılar zümresinden) Duaguyani sınıfından Musahib-i şehriyari (Hafız Feyzullah Bülbül) Efendi tarafından büyük bir cilt halinde Hülasa edilmiştir.

Kaynak: Osmanlı Müellifleri, Bursalı Mehmed Tahir Bey, Meral Yayınevi, 3. Cilt.

Evliya Çelebi kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi:

(d. 1611-Ö. 1685)

Yazmış olduğu Seyahatname’de Osmanlı top­lumunun önemli bir kesimini teşkil eden esnaf zümresi hakkında zengin ve gözlemlerine daya­lı renkli bilgiler veren Evliya Çelebi, İstanbul’da dünyaya geldi. Ailesi aslen Kütahyalıdır. Büyük dedesi Fatih Sultan Mehmed’in bayraktarların­dan olup İstanbul’un fethine katılmış olan Yavuz Er Bey’dir. Babası ise Saray-ı Amire’nin kuyum-cubaşısı Derviş Mehmed Zıllî Efendi’dir. Anne­si Abaza cariyedir. Kendisinin soy olarak Hz. Peygamber’den geldiğini ve büyük dedelerinin Hoca Ahmed Yesevî’ye ulaştığını yazar.

Unkapanı’nda Sağrıcılar mahallesinde dede­den kalma evde doğan Evliya’nın çocukluğu İstanbul’da geçti. Çocukluk yıllarında babasının memleketi Kütahya’ya gittiği ve gelirken Bursa’ya uğrayıp bir müddet orada kaldığı anlaşılıyor.

Evliya Çelebi’nin İstanbul’da yaşaması ve özellik­le babasının Saray’da nüfuzlu kişilerden olma­sı, onun iyi hocalardan eğitim almasını sağladı. Devrin ileri gelen hocalarının çoğu babasının yakın dostu idi. Bu bağlamda yedi yaşında iken İstanbul-Fatih’te Karaman mahallesinde bulunan Sadizâde Darülkurrası’nda okuyarak hafız oldu. Müteakiben Fatih’te Filyokuşu’ndaki Şeyhülislam Hamid Efendi Medresesi’ne yedi yıl devam edip Müderris Ahfeş Efendi’den ders gördü.

Musiki eğitimini Tokatlı Derviş Ömer Efendi’den aldı ve çok iyi bir musiki bilgisine sahip oldu. Ayasofya Camii’nde bir Kadir gecesi Kur’an okur­ken sesini padişahın beğenmesiyle Saray’a alındı ve orada eğitimine devam etti. Evliya Çelebi’nin Saray’daki bu eğitim ve musahiblik hayatı iki yıl sürdü. Eğitimi süresince Arapça ve Farsçayı öğ­rendikten sonra Rumca ve hatta konuşmaya ye­tecek kadar Latince de öğrendi.

Seyahatnâmesiyle meşhur olan Evliya Çelebi, önce İstanbul’u yazdı. Sonra 1640 yılında Salıpa-zarı İskelesi’nden bir akrabasının teknesiyle yola çıkarak Bursa’ya gitti. Böylece yıllar sürecek olan seyahati başladı. Yedi iklim, 18 padişahlık yerde, 51 yıl devam eden seyahati boyunca yaklaşık 25 milyon kilometrekare yer gezdi.

Seyahat ettiği coğrafyada günümüzde tam bağım­sız ve özerk olarak 40’tan fazla devlet bulunmak­tadır. Yine kendi ifadesiyle 147 dil konuşulan toplulukları gezmiş ve onların dillerinden bir nebzecik de olsa eserine almıştır. İstanbul’a son gelişi 1670 yılıdır. Altı ay kaldığı İstanbul’da sı­kılmış ve rüyasında babasının işaretiyle gezisinin gerçek gayesi olan Mekke ve Medine’ye giderek hac görevini yerine getirmek üzere 1671 yılında yakın dostu şair Sâilî Çelebi ile İstanbul’dan ay­rılmıştır.

Hac sonrası yolda tanıştığı Circe Beyi Özbek Bey’in davetiyle Mısır’a geçti. Mısır’ın bütün şe­hirlerini gezdikten sonra Nil’in kaynağı olan Ka­mer Dağı’na kadar seyahat etti ve tabiat şartları dolayısıyla devam edemeyip Habeşistan ve So­mali üzerinden Mısır’a (Kahire’ye) geri döndü. Burada o muhteşem eserini düzene koydu ve gezi sırasına göre yazdı. 10. cildin sonlarında kayıtlı son tarih 1683’tür.

Resmî bir devlet görevi olmayan Evliya Çelebi, devlet adamları yanında görevler alarak bunları icra etti. Bunlar müezzinlik, gümrük memurlu­ğu, elçilik, arabuluculuk, sürsat zahiresi topla­mak, vergi toplamak, ulaklık, vakıf yöneticiliği ve Kâbe’nin üstüne örtülen kisvenin nazırlığı olarak sıralanabilir. Evliya Çelebi’nin en büyük tutkusu seyahat etmek, ülkeleri ve toplumları gezip gör­mek, onlar hakkında edindiği bilgileri kitap hali­ne getirerek gelecek nesillere miras olarak bırak­maktı. İlk görevi müezzinlik ve Erzurum gümrük kâtipliğidir. Defterdarzâde Mehmed Paşa’nın Er­zurum eyaleti valiliğine atanması üzerine Evliya Çelebi de Erzurum Gümrüğü’ne kâtip ve müez-zinbaşı olmuştur.

Bunların dışında elçilik (İran ve Hırvatistan) yap­mış, Girit seferi öncesi sürsat zahiresi toplamak için Mora’da gezmiştir. Ulaklık (birkaç defa), va­kıf mütevelliliği (Dedesi Yavuz Er Beğ’in İstanbul Unkapanı’ndaki camiinin ve Şam’da Nureddin Şehid’in vakfının mütevelliliği) yapmış ve en son olarak da Mısır’da altın işlemeli olarak dokunan Kâbe Örtüsü nazırlığında bulunmuştur.

Evliya Çelebi kendi ifadesiyle seyyâh-ı âlem ve nedîm-i benî âdemdir (dünya gezgini ve insan­ların dostudur). Her zaman insanlara yardımcı olan, onların dostu, arkadaşı ve sırdaşıdır. Çok önemli özelliklerinden biri de musahib olma­sıdır. Sert mizaçlı bir padişah olan Sultan IV. Murad’a musahiblik yaptı. Bundan başka baş­ta mensup olduğu Melek Ahmed Paşa, Köprülü Mehmed Paşa, İpşir Mustafa Paşa, Siyavuş Paşa, Murtaza Paşa, Derviş Mehmed Paşa ve Fazıl Ah-med Paşa gibi sadrazamlarla, zamanın en ünlü paşalarıyla, bilginlerle, İstanbul erenleriyle, sa­nat ve marifet erbabıyla, dervişlerle dostluk ve arkadaşlıklar kurdu. Çevresi ve dostluk yelpaze­si oldukça genişti.

Evliya Çelebi, küçük yaşta hafız oldu ve dinî ilim­leri tam öğrendi. İyi bir Müslüman ve dindar bir insandı. Ancak mutaassıp değildi. Dinî kurallara uyar ve gereklerini yerine getirirdi. Bütün kural­larına uyarak Kur’an’ı sekiz saatte hatmederdi.

Hiç evlenmeyen Evliya Çelebi, evliliğin sıkıntılı iş olduğunu ve bekârlığın büyük nimet olduğu­nu bazı yerlerde ifade eder. Evliya Çelebi, gezdiği yerlerde, özellikle yabancı devletlerde çok itibar görmüş, oranın imparator, kral, sultan, padişah ve yöneticileriyle de görüşüp sohbet etmiştir. Viyana’da Avusturya imparatoru, Dağıstan seya­hati sırasında Dağıstan padişahıyla ve Sudan’da Funcistan’da Func sultanı ile görüşmüştür. Kal-muk ülkesini ziyaret ettiğinde de oranın kralı Taysı Şah ile görüşmesi ilginçtir. Kırım’da Kırım hanlarıyla birkaç defa görüşüp yanlarında uzun zaman geçirmiş, hatta Kırım Hanı Mehmed Giray Han ile seferlere bile katılmıştır.

Hangi tarihte ve nerede öldüğü kesin olarak tes­pit edilemeyen yazarın yalnızlık köşesine çekildi­ği Mısır’da 1685 tarihinden sonra öldüğü tahmin edilmektedir.

Seyahatnamesi: Osmanlı dönemi esnaf birlikleri hakkında oldukça genişçe bilgi veren Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme adlı eseri, toplam 10 cilt ve 4 bin sayfadan oluşmaktadır. 50 yıldan fazla bir zaman zarfında dolaşıp gördüğü ülkelerle ilgili aldığı notlar üzerine kaleme alın­mıştır. Eser, seyahatin son durağı olan Mısır’da kitaplaştırılmış ve 1740’lı yıllarda İstanbul’a ge­tirilmiştir. Evliya, seyahat etmesine sebep olacak olan bir rüya görmüş ve bunun üzerine seyahata çıkmıştır. Onun bu rüyası kısaca şöyledir:

Evliya Çelebi, 1040 yılı Muharrem ayının 10. günü (19 Ağustos 1630) rüyasında kendisini Eminönü’ndeki Ahi Çelebi Camii’nde bulur. Ca­miin içine büyük bir kalabalık dolar. Hemen yanındaki zata bunların kim olduklarını sorar. Kendisine cevap veren ve rehberlik eden Cennetle müjdelenenlerden ve okçuların piri Sad bin Ebi Vakkas’tır. Gelenlerin peygamber ruhları, saha­beler ve tabiiler olduğunu ve Kırım’da zorda ka­lan İslâm askerlerine yardıma gittiklerini söyler. O sırada kapı açılır ve bütün hazır olanlar ayağa kalkarlar. Gelen zat Hz. Peygamber’dir. Cema­at sabah namazı için toplanmıştır. Sad bin Ebi Vakkas, Evliya Çelebi’ye ezanı Bilal-i Habeşî’nin okuyacağını ve kendisinin de kamet getirmesi gerektiğini bildirir. Namaz kılındıktan sonra elin­den tutup Hz. Peygamber’e takdim eder ve ondan şefaat dilemesini söyler. Evliya Çelebi de “Şefaat yâ Resulallah diyeceğimiz yerde seyahat yâ Re-sulallah demişiz” der. Hz Peygamber gülümseyip de “Allah’ım, şefaati, seyahati ve ziyareti sağlık ve esenlikle kolaylaştır” der. Uykudan uyandık­tan sonra rüyasını Kasımpaşa Mevlevihane Şey­hi Abdullah Dede’ye yorumlatır ve rüyasında gördüğü herkesin kabirlerini ziyaret edeceği ve Hz. Peygamber’in şefaatine nail olacağı müjde­sini alır. Evliya Çelebi bundan sonra İstanbul’u dolaşıp yazmaya başlar. Ardından 51 yıl sürecek seyahati başlar. Son durak Mısır’dır.

Evliya Çelebi, gezip dolaştığı yerlerde nelere dik­kat edeceğini ve neler yazacağını önceden tasar­lamış ve kendisine çok önemli bir çerçeve kalıp hazırlamıştır. Gittiği yerlerde öğrendikleriyle bu kalıbın içini mümkün olduğunca doldurmuştur. Öğrenemedikleri kısımları da boş bırakmıştır. Öncelikle o şehrin tarihini, kalesini, mimari yapılarını, halkın yedikleri içtikleri, yetiştirdik­leri, dilleri, davranışları, sosyal ve etnik yapı, meczuplarına kadar insan yapısını, erenlerini, bölgedeki ırmak, göl, dağ, yayla, bağ-bahçe, çi­çekleri, hayvanları, dahası akla gelebilecek bütün sorulara cevap olacak bilgileri erişebildiği kadar bulup Seyahatnâme’sine almıştır. Bu çerçevede bölge insanlarının geçimlerini ve hayat meşgale­lerini de titizlikle incelemiş, gezip dolaşarak biz­zat gözlemlemiş, yerel yöneticilerden bilgi almış, sicil kayıtlarını inceleyip yazmıştır.

Evliya Çelebi’ye kadar esnaflara yer veren hiç bir yazar yoktur. Öncelikle İstanbul esnafını (resmî bir tören dolayısıyla) çok geniş olarak anlatır. Evliya, bunların ilk kurucuları ve pirleri kimdir, kaç dükkân ve kaç kişiler ve ne iş yaparlar, tek tek yazar. Aynı şekilde bir benzerini Mısır için de yapar. Üstelik Mısır esnafını saydıktan sonra Mısır’da olup da başka yerlerde olmayan ve baş­ka yerlerde olup da Mısır’da olmayan esnafı da anlatır. En onurlu ve itibar gören mesleklerin ya­nında, insanların hoş karşılamadıkları ve genel ahlaka mugayir meslekleri bile açıklıkla yazar.

Evliya, İstanbul esnafıyla ilgili 48 genel serlevha altında 1.100 civarında sanatın adını verir. Ayrıca onların kanun ve kuralları, pir-perverleri ile yollu yolunca padişah fermanı üzere esnaf alayları ile önderlerinin gömülü olduğu diyarları bildirir.

Serlevha halinde verilen esnaf gruplarının adları şöyledir:

Çavuşan alayı: Subaşı yani çöplük subaşısı, Hâssa gılmânı ve gılmân hademeleri, acemi oğ­lanları, arayıcılar, gûr kazan / mezar kazıcıları, lağımcılar, salahorlar, baltacılar, belderan lağım-cıbaşı esnafı.
Asesbaşı askeri: Şehir subaşısı, amansız ases­ler, imansız cellatlar, hemyân kesici / yankesici, kara hırsızı, deyyuslar, ahmak pezevenkler, gidi­ler, müflisler, Kasımpaşa mukaddemleri, hîzân-ı dilberân, seyisân-ı urbân, mükârî yani kirâcılar, pâsbân-ı nigehbân-ı İstanbul esnafı.
Ordu mollası: Resul alemdarı sancakdarlar, haberciler, molla muhzırları, vezir, beylerbeyi ve diğer ileri gelenler imamları, hatipler, kadı ve mollalar, büyük şeyhler, zâhir vâizleri, müfessir-ler, muhaddisler, müezzinler, sûfîler, mütevellîler, şeriat kapıcıları ve diğer kapıcılar, mukayyidler, şeriat mahkemeleri hizmetçileri, cami muarrifle-ri, Resulullah na’thânları, Kur’an-ı azim hafızları, yazıcılar, sahaflar, şairler, sultan, vezir ve âyan meddahları, hânendeler, müneccimler, remilciler, nakiban-ı ehl-i hıref, tarikat ehli reisleri, sanat ehli şeyhleri, sanat ehli çavuşları, sanat ve tarikat ehli faraşları, cenaze peykleri, ölü yıkayıcılar yani şehit yıkayıcıları, çocuk mektepleri muallimleri, dilenciler şeyhi, dilenci, arasat şeyhi, medrese ta­lebeleri, temiz ırk Âl-i Aba seyyidler.
Hekimbaşı: Dükkân hekimleri, göz hekimle­ri, dükkânsız tutyacılar, macuncular, cerrahlar, deva içecekleri, gülsuyu, şifa yağları, timarhane-ciler, timarhane ve hastahane hademeleri.
Çiftçibaşı: Bağcı, meyve ağaçları aşlamacıları, sebzeciler.
Ekmekçiler: Yeniçeri ekmekçileri, tuzcular, çörekçiler, börekçiler, gevrekçiler, kâhiciler, gu-rabiyeciler, kadayıfçılar, şehriyeciler, lokmacılar, gözlemeciler, simitçiler, Dergâh-ı âlî yeniçerileri sakaları, şehir sakaları, arka sakası, değirmenci­ler, at değirmenleri işliği, su değirmenleri, uncu­lar, un elekçileri, buğday çalkayıcı, kalburcular, elekçiler, nişastacılar, güllaççılar, peksimetçiler ve peksimet emini, deveciler, deve sürücüleri, meşaleciler, amr-ı ayyâr köçekleri, şatırlar.
Karadeniz gemicileri: Kalafatçılar, kalafat üs-tübüsü bükücüleri, üstübü alıcılar, marangozlar, urgancılar, kendirciler, yelkenciler, katrancı ve ziftçi, serenciler, tulumbacılar, pusulacılar yani kıble-göstericiler, kum saatçileri, haritacılar, dal­gıçlar, günbaşı, buğday ve arpa navluncuları, Ka­radeniz bezirgânları.

Akdeniz reisleri: Akdeniz marangozları, pere­me ve kayık marangozları, mavunacılar, kayıkçı­lar, peremeciler, çırnıkçılar.
Mısır ve Akdeniz sahili tüccarları: Pirinççi bezirgânları, mercimekçiler, kınacılar, Mısır ha­sırcıları, ketenciler, şekerciler, hoş kokulu içe­cekler, kahve tüccarları, şahbender, bezirgânbaşı, ehl-i kıble.

Kasaplar: Salhaneciyân, sığır kasapları, Ya­hudi kasapları, mandıracılar, Devlet âyanı çift­likleri, eğrekçiler, koyun celepleri saya, ağılcılar, Tokat sığır celeplerinin vasıfları, çoban, camus sütçüleri, koyun sütçüleri, peynirciler, kaymak­çılar, tereyağcılar, yoğurtçularbaşı, yoğurtçular, teleme peynirciler, içyağı mumcuları, balmumu tacirleri, Etmeydanı, Seğirdim Etmeydanı, Ye-dikule kanaracıları, Bahçekapısı kanaracıları, Etmeydanı baruthanesi, Etmeydanı mumcuları, Yeniçeri mandıracıları, arslancılar, vasılcılar yani ayıcılar.
Geleneksel yemek, başçı (kelle) aşçıları:

Koyun celepleri, sığır pastırmacıları celepleri, pastırma tacirleri, kirişçiler, kiriş tacirleri, tut­kalcılar, koyun ciğercileri, Arnavut çevren, iş­kembeciler, sirkecibaşı, fâsıklar yemeği turşucu­lar, kuru sarmısakçılar, soğancılar.

Kazancıbaşı: Bakır sızırıcılar, dükkân ehli, cam ve kristal tasçılar, dükkân sahibi çarkçılar, kazan tacirleri, kalaycılar.
Çilingir demircileri: Gemciler, temrenciler, kaffalân yani kilitçiler, üzengiciler, makasçılar, nalçacılar, mıhlı nalçacılar, demir yüksükleri, iğneciler, demir çekenler, demir satıcıları, demir tel çekenler, demir hırdavat satanlar, at nalbant­ları.
Ateş saçan demirciler: Nal kesen demirciler, mıhçılar, çivici yani enserciler, kebkebciler, kan­tarcılar, teraziciler, eğeciler, keserciler, testereci-ler, burgucular, kömürcüler, kömür mahzencile-ri, kömür gezdiriciler.
Tüfekçiler: Demir kaynakçıları, kundakçılar, vezneciler, tüfek kesecileri, tabancacılar, tüfek açıcılar, tüfek fişekçileri, havaî fişekçiler, barut­çular, tüfek fitilcileri.
Kılıççılar: Zırhçıbaşı, mızrakçılar, hançerci ve bıçakçı, kalkancılar, bıçak kıncısı, sağrıcılar.
Pazarbaşı yemişçileri: Bahçıvan, karpuzcu­lar yani manavlar, meyve çiçekçileri.
Tacir bakkallar: Yağcılar, şırlugan, bal tücca­rı, bezirciler, zeytinyağcılar, sabuncular, kokulu sabuncu, pastırmacı bakkalı, leblebiciler.
Yönetimi altında olan esnaflar: Yağ tüccar­ları, zeytinyağı, Balık emini, Esirhane emaneti, esirci bezirgânları, Tuz emini, Peksimet emini, Hamr emini, Siyah baruthane emini, kalcılar, kehleciler, gümüş arayıcılar, Çuka ambarı emini, Gendüm yani buğday emini, Arpa ambarı emini, Kilar emini vasıfları, Odun ambarı emini, Otluk ambarı emini, Pastırma emini, Salhane emini, Sebzehane emini, Koyun emini, Matbah emini, Tavuk emini, Şehremini, Çardak emini, Çardak çorbacısı, Çardak naibi, Muhtesib ağa, At pazarı emini, At cambazları, At tellâlları, At meyancıla-rı, Nüzûl emini, Tersane emini, Pencikhane, Kara gümrük emini, Büyük gümrük eminliği.
Ümenâ-yı Sultanî: Unkapanı emini, Tahmis emini, İpek mizanı emini, İpekçiler, Şemahane emini, Sırmakeşhane emini, sırmakeşler, sırma ve kılâbdan satıcı, Yağkapanı emaneti.
Balık emini, Balık emininin himayesi al­tında olan esnaflar: Dalyancılar, avcı ığrıbcılar, karityacılar, ağcılar, saçmacılar, düzenciler, zıp­kıncılar, çömlekçi avcıları, sepetli balık avcıları, balık satıcıları, istiridyeciler, Balık pazarı aşçıla­rı, ağcılar.
Tatlı dilli, helvacılar: Bîrûn / dışarı helvacı­ları, tablacı helvacılar, akideciler, Galata şeker­
Rahmanın rahmeti, aşçılar: Vezir çâşnigîr ve aşçıları, zerdeciler, kebapçı ve köfteciler, biryâncılar, yahniciler, dolmacılar, hardalcılar, paludeciler, sütlü aşçılar, salatacılar, ıspanakçı ve sebzeci, sucukçular, hoşafçılar, şerbetçiler, yaya cüllâb ve şerbetçiler, sıcak paludeciler, sıcak ve baharatlı şerbetçiler, sahlebciler, bademli köfter-ciler, sıcak sütçüler, mahlebciler, ağdacılar, ağda tüccarı, üzüm değirmencileri, karcıbaşı.
Zergerân yani kuyumcubaşı: Cevahir bezirgânı, incici, cevahir kuyumcuları, saatçiler, sikkezenbaşı, damgacıbaşı, kuyumcular ehl-i kıblesi, darphaneciler, Nazırlar emini, ayyârân sahibi ve sikkezen, kuyumcu kalcıları, Gümüşhaneciler, rumatçılar, saf altın ve gümüş tîzâbcıları, kafesdarlar, cevher-satıcı, elmas tıraşçıları yani elmas hakkâkı, hakkâklar, mühür kazıcılar, gümüş mühür ve tılsım kazıcı, kuyumcu kalemkârları, sırmakeşler, demir tel çeken, potacılar, boracılar, civacılar, sarı pirinç borucuları, çeşitli divitçiler, tenekeciler, bıçak kıncıları.
Doğramacılar: Sadefkârcılar, harratîn yani çıkrıkçılar, hilâlciler, kaşıkçılar, kutucular, varil-ciler, nalıncılar, zer-desteciler.
Yeni Bedesten: Yeni Bedesten Hocaları, Yeni Bedesten dellâlları, Yeni Bedesten bekçileri, Yeni Bedesten hamalları, Dış bedesten dellâlları, ay­nacılar, sabbâğân yani boyacılar, hayrkâr yani boyacı tokmakçısı, Galata bedesteni, zebatçılar.
Eski bedesten: Eski bedesten bekçileri, be­desten hamalları, iç bedesten dellâlları, dış be­desten dellâlları, çukacılar, sanat ehli atlasçılar, dibacılar, kadifeciler, sereng ve kadife yastıkçıla-rı, daracılar, ipek hil’atçılar, muhattemciler, Tire ve Şam alacacıları, kazanç ehli, peştemalcılar, kâşhaneciler, dimiciler, bezciler, boğası bezcile­ri, bezci tacirleri, halıçeciler, abacılar, kebeciler, sof ihramcılar, sofçular, sipahpazarı, bitpazarı, avratpazarı, pazar dellâlları, meyancılar pazarı.
Cihan nakkaşları: Zerkûbyân yani altın döğücüler, altın yaldızcılar, ciltçiler, sahaflar, kâğıtçılar, mukavvâ kubur-divitçiler, remilci ve mektupçular, mürekkepçiler, ressam nakkaşlar, ressam falcılar, oymacılar, Padişah düğünü nakılcıları, alıcı ve balıcı, yastık basmacıları, çit basmacıları, sırma nakışçıları, yağlıkçı nakkaşları.
Hamamcılar: Tellâklar, natırlar, çamaşırcı­lar, lekeciler, nûre yani hırızmacılar.
Berberler: Sünnetçi berberleri, yaya berber­leri, ustura çarkçıları, ustura kuyrukçuları, sa­rıkçılar.
Hayyatlar yani terziler: Dolamacı terzileri, kapamacılar, pamuk hallaçları, kadın takyacı-ları, kavukçular, kellepuşçu, yorgancılar, zincef ütücüsü, kanaat ehli, gömlekçiler, tülbentçiler, yağlıkçılar, örücüler, cüllâh, çuka ve kumaş par­çacıları, iplikçiler, gazzâzlar, Yahudi ibrişimcileri, ipek düğmecileri.
Yaycıbaşı: Okçubaşı, zemberekçiler, sapan-cılar, talimhaneciler, kemankeş ve kemandar atıcıları, ok atıcılar, zihgîrciler, matrakçılar, gürz-cü pehlivanlar, güreşçi pehlivanlar, kuş avcıları, avcılar, mervahacılar yani yelpazeciler, sorguç otağacıları, kuşbazlar, tavukçular, serçe ve başka kuş avcıları, bülbülcüler.
Dökmecibaşı: Kalay düğmeciler, kurşun ber­ber köserecileri.
Haymeci yani çadırcılar: İplikçiler, çadır kolancıları.
Kürkçüler: Samur kalpakçıları, samur bezirgânı, kuş ve başka hayvan avcıları, parsçıbaşı, arslancılar kethüdası.
Ahîler yani debbağlar: Sağrıcılar, güderici-ler, tirşeciler, keçeciler, tülbent börkçüleri, Yeni­çeri keçecileri, mutafçılar, mutaf tacirleri, debbağ tacirleri, parça tacirleri.
Saraçlar: Kaltakçılar, tirkeşçiler, gedeleççi-ler, Arnavut cabcılar, tegelticiler, saraç meşkçile-ri, debbeciler, sofracılar, yularcılar, sepet sandık­çıları, kamçıcılar, palan-dûzân yani semerciler.
Pabuççu, yani ayakkabı dikicileri
Paşmakçı kavaflar: Paşmakçıbaşı, dikici aktarları, çizmeciler, iç edikçi yani tomakçılar, mestçiler, terlikçiler, kavaf eskicileri, pabuç ta­mircisi, kavaf dellâlları.
Attarlar: Mısır attarları, amberciler, buhur-cular, fincancılar, fincan tamircileri, çömlekçiler, çömlekçi işyerleri, kibritçiler, kibrit yağcıları, badem yağcısı attarı, şişeciler, şişeci tacirleri, ayakta gezen attar çerçileri, eyvâycı yani çini-ciler, tekneci tacirleri, afyoncular, benglikçiler, ispeçerân yani deva otçuları, kahveci aktarları, Yahudi aktarları.
Çalıcı mehterân yani zurnacıbaşı: Çalıcı mehterler, Yedikule mehterleri, kösçü mehterle­ri, zurnacılar, davulcular, daireciler, rebapçılar, erganun sazı, eski neyzen, mûsikâr, cengciler, kudüm, kös, davul ve dübelekçiler.
Cambaz ve çeşitli pehlivanlar: İpçi yani cambazlar, ateşbâzlar.
Marangozlar, duvar ustaları, keresteciler, bıçkıcılar, sıvacılar, camcılar, alçıcılar, horasan-cılar, ocak kireççileri, yağlı kireççiler, mermer kireççileri, taş kireci, mermer tıraşçıları, lökün-cüler, suyolcular, kiremitçiler, kerpiççiler, tahta kurşuncular, kurşun örtücü, kaldırımcılar, kaya-ğancılar, taş kesen, taş çeken, badanacılar, Eyüp oyuncakçısı, araba yaycıları, sandıkçılar, iskem­leciler, ferrâşçılar, tabutçular, gergefçiler, çulha tezgâhçısı, tahtırevancılar, mahfeciler, burma işkenceciler, yağ değirmeni cenderecisi, at değir­meni çarkçısı, su dolapları çarkçısı, fırın yapıcı­sı, kuyu kazıcıları, toloz mahzencileri, su yolları kazıcılar, ırgatlar, lağımcı Ermeniler, duvarcılar, keresteciler, bıçkıcılar, sıvacılar, camcılar, dağda kireç yakıcılar, yağlı kireççiler, mermer kireççi, yanmamış taş kireççiler, mermer oyucular, lö-küncü Arnavutlar, tahta kurşuncular, kurşun ör­tücüler, kaldırımcı Arnavutlar, kayağancılar, taş kesenler, taş çekici eşekçiler, badanacı Ermeni­ler, Eyüp oyuncakçıları, sandıkçılar, Hacı tahtı-revancıları, mahfeciler, kuyumculara ve ciltçilere ağaç cendere yapıcılar, yağ değirmeni, at değir­meni ve su dolabı çarkçıları, su dolapları, fırın yapıcılar, kuyu kazıcılar, toloz mahzen yapıcılar, amele kavmi.
Hânende, mutrib ve rakkaslar.
Mutrıblar Sitâyişnâmesi: Fisagores-i Tevhidî yolunda sâzendeler, daire, kemençe, neyzenler, mûsikâr, çengci, kudüm, tanburcu, kanun, ud, çârtâ, ravzacı, şeştâr, şeşhane, kopuz, çöğür, çeş-de, karadüzen, yonkar, yelteme, muğnıci, tanbu-ra, tel tanbur, barbut, ıklık, sünder, şarkıcı, kaba zurnacı, cura zurnacı, âsafî zurnacı, Arap zurna­sı, Acemi zurnacı, Şehâbî zurnacı, balaban, nefir, nağarakıncı, kerrenây, alay zurnacıları, çoban kavalı, kaba düdük, yelli düdük, Arabî düdük, çağırtma düdük, Macar düdüğü, Mehter düdüğü, mizmer düdüğü, dankiyo düdüğü, tulum düdü­ğü, kıranda, Eyüp borusu, dervişân borusu, şişe borusu, turompete borusu, Efrâsiyâb borusu, pirincden mehter borusu, Luturyan borusu, İngi­liz borusu, erganon borusu, ağız tanburası, cam dübelek, çömlek dübelekçi, Yemen dübelekleri, makrefe dübelekçisi, tablbâz, çağanabâz, fincan, kamış mizmârcı, tarak mizmârcı, safir, safir-i bülbül sâzendeleri.
Oyuncular, çalıcılar ve güldürücüler.
Hoş-sohbet nedimler ve taklitçiler.
Bozacılar: Tatlı bozacılar, subyacılar, bal-suyu, rakıcılar, müsellesciler, mel’un, uğursuz, yerilmiş esnaf yani meyhaneciler, koltuk meyha­nesi, piyade meyhaneciler, saf şarap meyhaneci­leri, meygedehane-i vişnâb şarabı, hamrhane-i rummân yani enar şarabı, şaraphane-i hurma şarabı, sâğarhane-i dut şarabı, piyalehane-i karpuz şarabı, sâkîhane-i koknar şarabı, ayakhane-i avşıla şarabı, camhane-i ipsime şara­bı, çakırhane-i ıslama şarabı, fıskhane-i mavuza şarabı, kıltıhane-i bedevine şarabı, kân-ı fâsikân, misket şarabı, kân-ı zurefâ, fışfış şarabı, mekân-ı bekriyân, nârdenk şarabı, müdminhane-i bozon şarabı, sohbethane-i hümül şarabı, işrethane-i rakı şarabı, tarabhane-i gülefser arakı, nûşhane-i horilka arakı, keyfhane-i firna arakı, ârâmhane-i sudina arakı, eğlencehane-i poloniyye arakı, nedimhane-i hardaliyye arakı, tüvânhane-i ima-miyye arakı, şîrhane-i balısıca arakı, Mezehane-i zater-i Halil arakı, Peymânehane-i ıhlamur ara-kı, bî-kaydhane-i anison arakı, ankâhane-i dar-çın arakı, nekbethane-i saman arakı, ayşhane-i münim karanfil arakı, nuklhane-i sûşnâr arakı, meyhorhane-i elma suyu, tembelhane-i bal suyu, müskirhane-i mübtecil suyu, fesâdhane-i arpa suyu, devahane-i darçın suyu, hekimhane-i kib­rit suyu, Yahudiler bâdehanesi, Yahudi meyhane­ciler esnafı.

İstanbul’da bu kadar çok sayıda dallı budaklı es­naf çeşidinin olması, öncelikle Osmanlı esnafının geleneksel yapısından ileri gelmektedir. Bu yapıyı bir ağaca benzetecek olursak, asıl gövde esnafın kendisini, üzerindeki dallar ve budaklar ise her esnaf dalındaki uzmanlaşmış birimleri göster­melidir. Ancak burada her Osmanlı şehrinde, söz konusu esnaf birimlerinin tamamının bulundu­ğu şeklinde bir kanaate de sahip olmamak gere­kir. Bu birimler şehir veya kasabaların coğrafî, iktisadî ve nüfus yoğunluğu ile çeşitliliğine göre bir değişim gösterir.

Seyit Alı KAHRAMAN

Kaynak: Ahi Ansiklopedisi, 1. cilt, T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Ankara, 2014