Osmanlıca Üzerine

Karabük ili, Eskipazar ilçesi, Sallar köyünde öğretmenlik yapıyorum. Köy aşağı – yukarı 30-35 haneden oluşuyor. 12 kişilik bir öğrenci grubum bulunuyor. Birleştirilmiş sınıf çerçevesinde eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürüyorum. Bu arada imam-hatip lisesi mezunu olduğum için bazen imamın olmadığı durumlarda camide imam-hatiplik de yapıyorum. Bu durum yakın köyler tarafından da yakın takip ediliyor ve tabii ki, takdir topluyor. Bölgenin İslam’a, gelenek ve göreneklerine bağlı olması tarafımdan da takdire şayan bir durum olarak kabul ediliyor. Derken düğün ve cenaze sırasında yapılan törenlerde ağzı laf yapan bir insan olarak hep ben konuşuyorum. Gel zaman git zaman Eskipazar , Karabük, Safranbolu, Çankırı, Çerkeş’te ve hatta Ankara’da yapılan törenlere dahi davet edildim ve Pursaklar’da yine bir konuşma yaptım. Artık Sırt Bölgesi olarak bilinen Eskipazar, Ovacık, Safranbolu, Çerkeş ve dahi Kastamonu- Araç bölgesinin en etkin adamı sayılıyordum birileri tarafından.

Farkında değilim ama gerçekten farklı bir gözle bakılan bir konuma geliverdim bir anda. Bir gün yine minicik, ama unutamayacağım hatıralarımın olduğu, hafif güneye eğimi olan okul bahçesinde öğrencilerim ile oyun oynarken yaklaşık 75 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim Dursun Karadağ adlı bir dede geldi ve elindeki kağıt parçalarını elime tutuşturup benden belgeyi okumamı istedi. İmam-hatip mezunu, Fransız Dili Ve Edebiyatı okumuş ve daha sonra ilahiyat fakültesi dinler tarihi alanında yüksek lisans yapmış biri olarak bunu okuyamamak mümkün değil gibi görünüyordu. Ancak hiç de öyle olmadı ve gelen metni okuyamadım. Zira metin Arapça değildi ve metin aynı zamanda el yazması idi. Anladım ki, metin Osmanlıca bir el yazması eserdi. Ancak kem küm ettimse de metni okuyamadım ve tabii olarak çok üzüldüm. Gerçekten bölgede saygın bir konuma sahip olan öğretmen karizmayı çizdirmişti. Ama adeta kendi kendimi yiyordum, nasıl olur da bu eseri okuyamazdım. O an kendi kendime karar verdim ve en kısa zamanda Osmanlıcayı öğrenecektim.

Takdiri ilahi ya bu, çok kısa bir zaman sonra Karabük’te Osmanlıca kursunun açıldığını öğrendim ve hemen müracaat ettim. Arapça alt yapı bilgilerim olduğu için de çok kısa zaman içerisinde Osmanlıcayı öğrendim. İlk işim Dursun Dede’nin metnini okuyup mahcubiyetimi gidermek oldu. Daha sonra öyle metinler okudum ki, anlatamam… Her okuyuşum da tarihimden, değerlerimden, geçmişimden değil özgeçmişimden, kültürümden değil öz kültürümden, benliğimden değil öz benliğimden ne kadar uzak olduğumu, içinde hangi karışımların bulunduğunu dahi bilmediğim bir havuzda debelenip durduğumu anladım. Her okuyuşumda atalarımdan, onların yaşamlarından ne denli uzak olduğumu, kendi gelenek ve göreneklerimi bilsem bile, o gelenek ve göreneklerin özünü yakalamaktan ne denli uzak olduğumu, kendi köklerimin hangi derinliklere kadar uzandığını ve hangi topraklar ve dolayısı ile hangi minerallerden beslendiğini anlamaya başladım.

O zaman buraya kadar anlattıklarımdan çıkarılması gereken en öneli sonuç belki de şu hususlar olsa gerek.

Bizim tarihle bağımızı kesmek isteyenlerin unuttukları bir şey var.

Bizim genlerimizde, tarihin zerkettiği kalıntılar var.

Bizim damarlarımızda ecdadımızın kanı var.

Bizim hücrelerimizde, bizim dokularımızda atalarımızın canı var.

Bizim topraklarımızda yani bizim odalarımızın altında, bizim meskenlerimizin temelinde, bizim bağımızın-bostanımızın ürünlerinde, bizim tarlalarımızın toprağında yani kısaca bizim mayamızda şehitlerimizin ruhu var.

Dolayısı ile bazen, ÖZ’ümüze dönme konusundaki hamlelerimizi engelleme adına yapılan girişimler başarılı gözükseniz bile, yanardağın altında küllerini her an savurmaya hazır köz ve öz asla yok olmamıştır ve Rabbimizin izni ile asla yok olmayacaktır. Son zamanlarda öz’e dönüş istikametinde attığımız adımlar ve oluşan şuur ve bilince yeniden müfredat programlarımıza girecek olan ÖZ TÜRKÇEMİZ olarak kabul ettiğim OSMANLICA’nın ciddi katkı sağlayacağından adım gıibi eminim. Saygılarımla…