Osmanlıca Öğrenmek Ne Kadar Zor Ne Kadar Kolay?

OSMANLICA ÖĞRENMEK NE KADAR ZOR NE KADAR KOLAY?Maarifin tedrisinden geçmiş aziz milletin her ferdi gibi ben de İlk defa Osmanlıca kelimesini ilkokul birinci sınıfta öğretmenimizden duymuştum. Harf inkılâbı anlatılırken eski harfler eciş bücüştü, okunması zordu gibi matbu cümleler kuruluyordu. Dolayısıyla da bizler Osmanlıca ile daha hiç karşılaşmadan, ona dair bir önyargı zihinlerimizde yer ediyordu.

Osmanlıcayı öğrenilmesi gereken bir yabancı dil gibi algılıyordum. Ta ki bir yaz Kur’an Kursu’nda okuduğumuz Karabaş Tecvidi’nin arkasındaki Osmanlıca metinleri görene kadar. Kuran-ı Kerimi okumayı söktükten sonra tecvid kısmına geçtiğimizde Elif Ba’nın arkasında bulunan metinlerin Osmanlıca olduğunu sonradan anladım. Üstünde harekeler vardı. Ve okuduğumuzda Türkçe kelimeler ve cümleler ortaya çıkıyordu. Çok hoşuma gitmişti. Hala ezberimdedir, bu metinin girizgahı;

“Allah Teâlâ’ya hamd-ü senadan ve Resulüne ve ali ashabına salat-u selamdan sonra harfi med üçtür.” şeklinde idi.

Metinleri ezberledikçe Osmanlı ile aramda kadim bir bağın olduğunu daha çok fark etmeye başladım. Yaşım ilerledikçe cami ve mezarlıklardaki Osmanlıca kitabeleri okuduğumda yanımdakilerin hayretle bakışları beni Osmanlıca öğrenmeye daha çok azmettirdi. Kimsenin okuyamadığı bir mezar taşını okumak bana farklı birisi olduğum hissini uyandırıyordu.

Erzurum’da Osmanlı döneminde medrese okumuş olan dedemin babasından kalan matbu kitaplar evde, elden ele dolaşırdı. En çok da Ahmediye okunurdu. Ahmediye de Karabaş Tecvidi gibi harekelerden oluşan Osmanlıca bir kitaptı. “Bismillah ola her işin iptidası, Anın avn ile olur intihası” diyerek başlayan manzum bir eserdi.

Ortaokul yıllarında rahmetli Deli Mustafa Hoca ile Ahmediye’den okuduğumuz 5- 6 sayfa bana yepyeni kapılar açtı. Osmanlıcayı öğrenmek benim için vazgeçilmez olmuştu. İlk etapta öğrendiğim birkaç esas harekesiz kitapları da okumamı sağladı. Vav, ye ve elif harfleri sesli harf gibi vazife görüyordu. Bu üç harfin ne işe yaradığını öğrendiğimde bir sonraki kitaba geçebilirdim artık.

OSMANLICA ÖĞRENMEK NE KADAR ZOR NE KADAR KOLAY?Harekesi olmayan Osmanlıca bir eser olan Ahmed Cevdet Paşa’nın İslam Tarihi isimli küçük bir kitabını okumaya başlamıştım. Kitabı okudukça İslam tarihi üzerine bilmediğimiz meseleleri öğreniyor hem de Osmanlıca okumam hızlanıyordu. Daha sonraları Osmanlıca okumalarımın doğruluğunu tespit açısından İz Yayınları tarafından basılan Safahat’ı okumaya başladım. Osmanlıca ve lâtin harflerini bir arada sunan bu eser okumalarımdaki yanlışlıkları tespit etmemi sağladı. İlk etaplarda Paris’i pırasa diye okusam da artık zihnimde kelimeler yer etmeye başlamıştı. Osmanlıca okumalarımda daha akademik çalışmalara geçebilmek açsından, İlk olarak Ali Kemal Belviranlı’ya ait 4 ciltlik Osmanlıca Rehberi isimli set bana yol gösterdi. 4. Kitap olan Metinler Rehberi’nde Ali Ulvi Kurucu’ya ait şiirlerin el yazısı ile verilip altında lâtin alfabesi ile çevirilerinin olması, el yazısını daha rahat okumamı sağladı.

Okuduğumuz lisede de benim gibi Osmanlıca okuyan üst sınıftan ağabeyler vardı. Bir Coğrafya yazılısında bu ağabeyin başından geçenler aklıma geldikçe hala gülümserim. Yazılı esnasında kopya çekerken yakalayan hocamız Osmanlıca olan metni gördüğünde; Bu ne evladım’ demiş. O ise; “Hocam sınavdan geçmem için bu duayı okumam lazım.” diyerek yaklaşmakta olan tehlikeyi savuşturmuştu. Bu hadiseyi duyduğumda Osmanlıca okumak üzerine olan çalışmalarımı, Osmanlıca yazma üzerine kaydırdım.

Osmanlıca yazmak okumaya nazaran biraz daha gramer bilgisini gerektiriyordu. Ama rika el yazısı yazmak lâtin harflerine göre daha hızlı yazmaya olanak tanıyordu. Soldan sağa doğru değil de sağdan sola doğru saat akrebi hareketi yönünde yazılıyordu. Ve el daha az yoruluyordu. Harflerin köşeli olmaması ve yuvarlak olması, okuma esnasında göz yorulmasını da engelliyordu.

Osmanlıca yazım hızı ile ilgili Kâzım Karabekir Paşa’nın söyledikleri dikkate şayandır.

“Bizim hurûfâtımız okunmaz değil, belki hûrûfâtımız dünyanın en güzel şeklidir, ikinci bir nokta daha var ki, bendeniz ecnebilerle iki sene Harb-ı Umûmîde beraber çalıştım, onlarla karşı karşıya aynı şeyi not ederek, ecnebiler bir sahife yazıncaya kadar ben on sahife yazar işimi bitirirdim.” [1]

OSMANLICA ÖĞRENMEK NE KADAR ZOR NE KADAR KOLAY?OSMANLICA ÖĞRENMEK SANILDIĞINDAN KOLAY!

Osmanlıcanın okunuşunda hızlı olunmasının sebeplerinden birisi de insanoğlunun kelimeleri harf harf değil de bir bütün olarak okuması gerçeğinden hareketle, üzerinde noktalar bulunan harflerin çok olmasından da kaynaklanmaktadır. Bir kalabalıkta şapka takan insanın daha çabuk fark edilmesi gibi bir şeydir bu. Zannedilenin aksine Osmanlı alfabesini öğrenmek o kadar da zor değildir. Kullandığımız lâtin alfabesinde toplam 29 harf bulunmaktadır. Büyük ve küçük harfleri hesaba katarsak toplam 58 harf öğrenmek icap etmektedir. Osmanlıcada ise 31 harf bulunmaktadır. Bunların başta, ortada ve sonda yazılışları hesaba katıldığında toplam 93 harf etmektedir. Aradaki fark okumayı zorlaştıracak denli değildir.

Osmanlıca üzerine yaptığım araştırmaları derinleştirdikçe ortaya çok farklı fikirler çıkıyordu. Ünlü ressam Picasso bile bir hüsnü hat eseri karşısında; “İşte gerçek resim bu.” demişti.

Osmanlıca sadece alfabe değişikliğini ifade etmiyor, aynı zamanda masalımsı bir aliterasyonun kullanıldığı kelimelerden müteşekkil muhteşem bir maziyi de bizlere hatırlatıyor.

Arabi harfler Türklerin İslam dini ile müşerref olduktan sonra kullandıkları bir alfabedir ki; Kuran-ı Kerim ile Türkler arasında büyük bir irtibatı sağlıyordu. Mesela “Allah” kelimesi yazılırken elif harfi yazılmasa “Lillahi” ifadesi yine Allah ile irtibatlı bir kelimedir. Lam harfi yazılmasa “Lehu” kalır ki; o da Allah ile irtibatlı bir kelimedir. Yine diğer lam harfini de çıkardığımızda “Hu” kalıyor ki; bu da Allah’ın Esma-i Hüsna’sındandır.

Ayrıca Osmanlıcada kullanılan kelimeler Kur’an’ı anlamada bizlere kolaylık sağlamakta idi. Mesela Fatiha-ı Şerif-i incelediğimizde hamd, rab, alem, malik, yevm, din, sırat, müstakim ve benzeri kelimeler kullanılmakta olup, bir kişi Arapça bilmese bile Osmanlıcaya hakimse, manayı rahatlıkla çözebilir.

Osmanlıca denilince, Türkçe, Arapça ve Farsça kelimelerden müteşekkil belki de 200 bini bulacak muazzam bir dilden bahsediyoruz aynı zamanda.

Yıllardır Osmanlı’nın geri kalış sebebi olarak bizlere kullanılan alfabeyi sebep gösterdiler. Halbuki bizlerden seneler önce lâtin alfabesine geçen Afrika ülkelerinin durumu ortadadır. Karmaşık olmasına rağmen Japon Alfabesi ve Çin Alfabesi bu ülkelerin muasırlarına karşı teknolojik gelişmelerine engel teşkil etmemiştir. Bu husus Yahudi asıllı bir eğitimci olan Avram Galanti’nin 1927 yılında kalem aldığı “Arabî Harfler Terakkiye Mani Değildir” isimli kitabında temerküz etmiştir.

Bakü’de 1926‘da yapılan Türkiyat kongresinde Kazanlı bir genç olan Alimcan Şeref Bey hali hazırda kullanılan Arabi harflerde tadilat yapılarak aynı alfabenin devamı yönünde fikir beyan etmiştir. Türkiye’de yapılan harf inkılâbında bu kongrenin büyük etkilerinin olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.

EĞİTİMİN HER KADEMESİNDE OSMANLICA ÖĞRETİLMELİ

Aslında lâtin alfabesi kullanımı Osmanlı Döneminde ilk defa III. Selim zamanına rastlamaktadır. Tanzimat döneminde Batılılaşma hareketleri ile birlikte Macit Paşa gibi Ermeni alfabesini kullanmayı önerenler çıktığı gibi Orhun ve Uygur alfabesine dönmeyi teklif edenlere de rastlanmaktadır. Aslına bakılacak olursa Tanzimat’ın ilk dönemlerindeki hâkim görüş, Arap harfleri üzerinde tadilat yapılması ve Avrupa dillerinde olduğu gibi sözcüğü oluşturan harflerin ayrı ayrı yazılmasıydı. Ancak bu görüş zaman içinde Latin alfabesine geçiş yönünde evrim geçirdi.

Burada şu hususu dile getirmeden geçemeyeceğim. Bir alfabenin öğrenilmesindeki zorluk veya kolaylık o toplumun gelişmesine çok da etken değildir. Bu yüzyıla bakacak olursak, Amerika gibi gelişmiş bir ülkede 70 milyon kadar okuma yazma bilmeyen bir kitlenin varlığı bu toplumun ilerlemesine engel teşkil etmemiştir. Okuma oranının artırılması bizim gibi toplumlarda, okuma yazma bilen cahillerin artmasına sebep olmuştur.

Bir şeyin zor olması onun kötü olmasını da gerektirmemektedir. Bir Süleymaniye inşa etmek ne kadar zordur tahmin edebilirsiniz. Ondaki sanat estetik ve mimari özellikler büyük bir ustalık gerektirmektedir. Ama bir apartman çok kısa bir sürede tamamlanabilir. İlânihaye birisi 1000 küsur yıl insanların hayran kalacağı muhteşem bir medeniyeti temsil edecek diğeri ise 100 yıl dahi ömrü olmayan bir moloz yığını olarak zihinlerde yer edecektir. İşte bu sebeple Alfabeleri zor ve kolay olarak nitelendirmek bu cihetten bakıldığında yanlıştır.

Harf inkılâbının yapıldığı ilk yıllarda geniş çevreler olayı dine bir saldırı olarak algılamış ve büyük bir reaksiyon göstermiştir. Lakin şu hakikati de görmek lazımdır ki her medeniyet kendinden önceki medeniyet ile temasa geçip sentez yaptığı takdirde yeni medeniyeti doğurabilmiştir. Çöküş devrine girmiş bulunan Batı’nın karşısına çıkacak olan Hakkı üstün tutan 3. Bin yıl medeniyetinin oluşması için batı kaynaklarının iyi okunabilmesi lazımdır.

İlk zamanlar zararımıza gibi algılanan harf inkılâbı aslında batılı kaynakları da okuyabilmemize zemin hazırlamıştır. Şimdi sıra kadim medeniyetimizin kaynaklarını da okuyabilecek Osmanlıca bilen gençler yetiştirmektedir.

1997 yılında Kültür Bakanı İsmail Kahraman tarafından bütün vilayetlerde Osmanlıca kursu tertip edilmesi daha sonraları belediyelerin de Osmanlıca kursları açmalarına örnek teşkil etti. İlerleyen tarihlerde açılan Sosyal Bilimler Liselerinde de Osmanlıca ders olarak okutulmaya başlandı. Bu müspet gelişmeler elbette yeterli değildir. Yetkililerden beklentimiz ilkokullardan başlamak üzere eğitimin her kademesinde Osmanlıcanın seçmeli ders olarak okutulmasıdır.

[1] Vakit gazetesi, 5 Mart 1923, No: 1879