Geçmişten Bugüne Osmanlıca Tartışmaları!

Geçtiğimiz hafta Osmanlıca`nın liselerde seçmeli ders müfredatına alınması kararlaştırılınca konuyla ilgili tartışmalar alevlendi. Durumu memnuniyetle karşılayanlar gibi durumdan hiç hoşnut olmayanlar da var. İleride zorunlu hale getirilebileceği ihtimali bir kenarda dursun; Osmanlıca şöyle ya da böyle lise ders müfredatına girmiştir. Böylece 1928’den sonra sosyal hayatın dışına itilen Osmanlıca yaklaşık doksan yıl aradan sonra tekrar sosyal hayatın içinde olacak. Bunun kazanımı veya kaybını ise zaman gösterecek.

Eğitim müfredatıyla gündeme gelen Osmanlıca`nın sosyal hayatta edindiği yer kadar kültür ve edebiyat dünyasında da edindiği bir yer var. Şahsen Osmanlıca`yı önemli kılan sahanın kültür ve edebiyat olduğu kanaatindeyim. Zaten yıllardır Osmanlıca`yı tartışma konusu yapan en önemli unsur bu idi. Tabii siyasî tartışmalara malzeme olmaktan da kurtulamadı. Özellikle 70’li yılların entelektüel tartışmalarında Osmanlıca`nın ciddi bir yer edindiği görülüyor.

Örneğin o yıllarda Hilmi Yavuz okullardaki ders müfredatına Osmanlıcanın da girmesini savunurken Melih Cevdet Anday ve Rauf Mutluay gibi isimler Yavuz’un karşısında yer alıyordu. Osmanlıca ile ilgili en meşhur tartışmalardan biridir. Kemal Tahir, Cemil Meriç, Attila İlhan gibi edebiyat ve kültür dünyasından şahsiyetler de Hilmi Yavuz ile aynı noktadaydı.

Melih Cevdet ve Rauf Mutluay gibi isimlerin böyle düşünmesinde ideolojik bir ağırlığın yansıdığı söylenebilir. Gerçi Yavuz ve onun paralelinde düşünenlerin bu iki isimden taban tabana zıt düşüncelere sahip olmadığı da aşikar. Peki iki grubun benzer siyasî düşünceleri olduğunu göz önüne alırsak neden dil mevzu-bahis olduğunda birbirinden ayrılıyorlar? Osmanlıca`nın yanında saf tutanların kültür ve siyaseti düzgün bir tarih çerçevesine oturtarak okuyabildiğini anlamakta zorlanmıyoruz. Tarih göstermiştir ki; edebiyat ve sanatta kalıcı olmak istiyorsanız bu alanların tarihi gelişiminden (kökeninden) bağlarınızı kopardığınız takdirde bu şansı yitirmeye mahkumsunuz. Bugün bu edebiyatçılar hâlâ unutulmuyorsa bu unsurun varlığı yadsınamaz. Her ne kadar Melih Cevdet Anday Osmanlıca`nın karşısında yer alıp Hilmi Yavuz’u tutuculukla suçlasa da o da bu unsuru tamamen dışlayamamıştır. Bu isimlerin dışındaki edebî şahıslar da Osmanlıca`nın kudretinden etkilenmekten kendilerini kurtaramamıştırlar. Bugün Osmanlıca bilmek entelektüel olmak için vacip ise bu Osmanlıca`nın kudretine müşahhas bir delildir.

Osmanlıca`nın Cumhuriyet dönemindeki macerasının kısa bir özeti bu anlatılanlar. Bugün ise okullardaki müfredata girmiş bir ders Osmanlıca. Üzerindeki tartışmalar bir süre daha devam edecektir. Diğer bir nokta ise Osmanlıca`nın nasıl bir yöntemle öğretileceği.

Dil öğrenimindeki kötü karnemiz olumsuz düşünceleri tetikleyebilecektir. Lakin Osmanlıca`nın kudreti ve tarihsel süreci ve gelişimi bu durumun aşılmasında etken olabilir. Son yıllarda Osmanlıca`ya artan ilgi de bunun aşılabileceğinin işaretlerini veriyor. Tabii sistemli bir öğrenme metoduyla. Derslerde Osmanlıca`nın kendilerine el uzattığını gören öğrenciler olacak ve onun peşinden gidecektir. Sağlam alıştırmalarla bir-iki yıl içinde Osmanlıca`nın en zor metinleri bile okunabilecek hale gelecektir. Böylece halk kendi edebiyatının klasikleşmiş eserleriyle Fuzuli, Baki, Şeyh Galip gibi edebiyat devlerini rahatça okuyabilecektir. Hatta ileriki zamanlarda Hasan Bülent Kahraman’ın da arzuladığı gibi Divan Edebiyatı ve Klasik Osmanlı Musikisi de seçmeli ders olarak okutulabilir.

Kültürümüzün dili olan Osmanlıca artık bizlere kucak açmış durumda biz de bu kucaklaşmadan memnuniyet duyuyorsak neden olmasın?