Osmanlıca tartışması neye yaradı?

Bu yıl yapılan Eğitim Şurası Aralık başında toplandığında medyanın kulakları oradan gelecek tahrik edici haberlere çoktan dikilmişti. Şura esas olarak öğretmen sendikalarının temsilcilerinden oluşuyor ve önerileri de onlar getiriyorlar. İlaveten Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinden bazıları ve eğitim konusunda uzmanlar ve öğrenci temsilcileri de katılıyor ama çıkacak tavsiye kararlarına asıl öğretmen sendikaları damga vuruyor.

Bu yıl da özellikle laik medyanın gündeme taşıdığı ve 'AKP iktidarı altında ülkenin nereye sürüklendiğini' kanıtladığı söylenilen üç öneri oldu. Bunlardan biri din öğreniminin ilkokul birinci sınıftan başlamasıydı ama tartışma kısa sürdü, çünkü Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı böyle bir adım atılmasının söz konusu olmadığını net bir biçimde dile getirdi. Zaten Şura ancak tavsiye kararı alabiliyor ve hükumetin buna uyup uymama konusunda tam özgürlüğü var. Dolayısıyla Şura önerileri, toplumun muhafazakâr kesiminin taleplerinin öğretmenler üzerinden ifade edilmesi anlamına geliyor. Söz konusu öneriler hükumet için bir referans olmakla birlikte, aynen hayata geçtiklerine pek rastlanmıyor.

İkinci tartışma yaratan öneri turizm okullarında içki servisi dersinin kaldırılmasıydı. Bunun genç bir turizmci için ne denli hayati olduğunu saptamak zor. Ama önerinin niye yapıldığını anlamak kolay... Dersin müfredatında hangi içkinin hangi bardakta servis edileceği gibi 'nötr' konular olsa da, iş kokteyllere geldiğinde değişiyor. Çünkü içki şişelerinin açılması lazım ve herkesin bildiği üzere şişe açılırsa en azından tadına bakılır. Dolayısıyla muhafazakâr aileler çocuklarını turizmci yapmak istemelerine karşın, onları henüz 18 yaşını doldurmadan içki ile karşı karşıya getirmek istemiyorlar. Bu tavsiye belki de 'seçimlik ders' alternatifine doğru evrilir ve Bakanlık Şura'nın talebine yarım onay vermiş olur.

Ancak her zaman popüler olan içki konusu bile gündemde çok kalmadı ve televizyon programlarının başköşesine oturmadı. Esas tartışma Osmanlıca üzerine oldu. Şura Osmanlıca öğreniminin zorunlu olmasını önerdi. Bakanlık buna evet demeyince de şu anki uygulamaya yanaşıldı. Yani İmam Hatip Okullarında Osmanlıca öğrenimi zorunlu, ama diğer okullarda seçmeli olacak. Bu da epeyce rasyonel bir çözüm. Aslında her yerde seçmeli yapmak belki daha da 'normal' olurdu, ama laik kesimin İmam Hatiplerdeki tedrisatla ilgisi zaten bulunmuyor. Peki, bu durumda tartışmanın hararetini neye borçluyuz? Tabii ki Erdoğan'a… "İtiraz etseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek ve öğrenilecek" dedi. İyi de zaten durum bu. Yıllardır öğretiliyor ve öğreniliyor. Mesele laik medyanın bir kez daha Erdoğan'ı 'psikolojik kulağı' ile dinlemesiydi. Neredeyse bütün yorumcular Erdoğan'ı "herkes Osmanlıca öğrenecek" demiş gibi yorumladılar ve yine bir anda birer insan hakları savunucusu rolüne geçtiler. Erdoğan ise beklendiği üzere, bu çarpıtmayı düzeltme zahmetine girmeyip, aksine üzerine gitti.

Böylece tartışma Cumhurbaşkanı'nın istediği noktaya gelmiş oldu. Yani Kemalist rejimin reformlarının nasıl toplumun belleğini tahrip ettiği ve bir yabancılaşma yarattığı meselesine… Muhafazakârlar için Osmanlıca şu dönemde yeniden beslemeye çalıştıkları kimliklerinin olmazsa olmaz temellerinden biri. Cumhuriyet öncesi edebi ve siyasi metinlerine ulaşmanın yolu… Bu dilin öğretilmemesini savunmak ise yüzeysel bir oryantalizmden öteye gitmiyor. Sonuç her tartışmada olduğu üzere AKP tabanının 'laikleri' bir kez daha objektif olarak 'görmelerine' yaradı ve yaklaşan seçimlerde iktidarın saflarını sıklaştırdı.