OSMANLICA TARTIŞMALARI ÜZERİNE

Osmanlı, bizim geçmişimizdir. İyisiyle kötüsüyle tarihte yer almıştır.
Bu mirası kabul etmemek gibi lüksümüz yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın küllerinden yeşeren yeni bir devlettir.
Son günlerde, moda deyimle bir toplum mühendisliği ile karşı karşıyayız.
Nedir o?
Herkes Osmanlıca öğrenecek!
Sahi!... Osmanlıca diye bir dil var mı?
Hanedanın adıyla, belli bir edebiyat çevresinde ve sarayda, resmi yazışmalarda kullanılan Arapça ve Farsça sözcüklere, Türkçe sos kattınız mı, al sana Osmanlıca!...
Amaç, Osmanlıca değil. Dedesinin mezar taşındaki yazıyı okumayanları düşünmek hiç değil!...
Bunlar işin görsel yüzü. Buzdağı derinde...
Dayatılmaya çalışılan, Arap kültürünün egemenliğidir. Emevi-Abbasi dönemlerinde olduğu gibi... O dönemlerde Arap olmayanlar mevali adıyla dışlanıyordu; şimdi de bizden mi, değil mi? diye.
Bizim dayattığımız kültüre biat edeceksiniz, deniyor.
Şu Osmanlı’ya, dedelerimize bir bakalım:
Kanunî Esâsî adıyla ilk anayasa, 1876’da kabul edildi. Kanunî Esâsî Madde 18:“Tebaai Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin lisan-ı resmisi olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.”
Mezar taşlarındaki yazıları okuyamayanlar anlamadı sanırım. Biraz Türkçeleştirelim:
MADDE 18: Osmanlı yurttaşlarının tümünün, Devlet hizmetine alınabilmeleri için, Devlet’in resmî dili olan Türkçe’yi bilmeleri zorunludur.
Anımsayın, dönemin padişahı II. Abdülhamit!...
Ey sahib-ül vatan! Adam, anayasasında bile Osmanlıca’dan söz etmiyor, baksana!... Size ne oluyor?
Yine aynı anayasanın 68.maddesinde Meclis üyeliğine seçilmek için Türkçe bilmenin zorunlu olduğu hükme bağlanmış.
Niye Osmanlıca bilmek zorunlu değil de Türkçe zorunlu?...
Çünkü Osmanlıca yok! Arap harfleri var. Onlarla Arapça-Farsça-Türkçe sözleri yazmaya çalışıyorsunuz.
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerine bakın. Genç Kalemler’in kullandığı dil, Türk hikayeciliğinin temel taşı Ömer Seyfettin’in hikayelerine bakın. Türkçe’yi kullanmalarına bakın...
Hangisinde, Arap-Acem kültürünün baskısını görebilirsiniz…
Saray şairi Bakî’nin, Kanuni Sultan Süleyman için yazdığı ağıttan (Kanuni Sultan Süleyman Mersiyesi) bir beyit:
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng
Bir de halk şairi Yunus’tan bir dörtlük:
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır.
Size, hangisi hitap ediyor bunların…
Osmanlıca, hangi halkın, hangi ulusun dilidir?
Türkleri aşağılayan saray çevrelerinin kullandığı etrak-ı bîidrak (algılaması zor Türkler) nitelemesi bile, seçkinlerin halka bakışını ortaya koymaya yeter.
İleri sürülen iddia, Arap harflerinin topluma yeniden dayatılmasıdır. 1928 harf devrimine karşı çıkmaktır.
“Bir gece yattık, sabah kalkınca okumaz yazmaz olduk” diyenlerin amacı ortada.
1 Kasım 1928’den önce okuma yazma bilenlerin oranı neydi? Erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda binde dört. Zaten okumaz yazmazdı toplum...
Bu muydu 700 yılın bıraktığı miras? Bunun mezarı başında mı gözyaşı döküyorsun?... Bırakın Osmanlıca’nın arkasına sığınmayı, dilinizin altındaki harf devrimi ve Cumhuriyet karşıtlığını açıkça söyleyin!... Halk da bilsin.