Mehmet Emin Yurdakul

Mehmet Emin Yurdakul kimdir? Hayatı ve eserleri: (1869-1944) Türk millî şairi. 13 Mayıs 1869’da İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Babası Zekeriya köyü halkından balıkçı Sâlih Reis, annesi Bulgaristan göçmenlerinden Körükçü Mehmed Ağa’nın kızı Emine Hanım’dır. Sıbyan mektebinden sonra Beşiktaş Askerî Rüşdiyesi’ne girdi. Burayı bitirince bir süre Mülkiye İdâdîsi’ne devam ettiyse de 1887’de mektepten ayrıldı. Maaşsız kâtip olarak Sadâret Dairesi Evrak Kalemi’nde çalışmaya başladı. 1889’da Mekteb-i Hukuk’a kaydoldu; iki yıl kadar sonra buradan da ayrılmak zorunda kaldı. Bu tarihten itibaren edebiyat ve şiirle daha yakından ilgilendi. 1892’de, ruh asaletinin soy asaletinden üstün olduğunu anlattığı Fazilet ve Asalet adlı kitabı dolayısıyla Sadrazam Cevat Paşa’nın tavsiyesi üzerine Rüsûmat İdaresi’ne önce memur, ardından evrak müdürü tayin edildi. 1892’de İstanbul’a gelen Cemâleddîn-i Efganî’nin sohbetlerine katıldı, bazı fikirlerinden istifade etti. 1897 Osmanlı-Yunan Muharebesi sırasında aralarında “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiirin de bulunduğu, hece vezni ve sade bir Türkçe ile şiirler yazmaya başladı. Millî duyguları herkesin kolayca anlayabileceği bir dille ifade ettiği şiirleri devrin edebiyat çevrelerinde büyük ilgi gördü. 1898’de bu şiirlerini Recâizâde Mahmud Ekrem, Abdülhak Hâmid (Tarhan), Şemseddin Sâmi, Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Fazlı Necib’in takrizleri ve saray ressamı Zonaro’nun resimleriyle birlikte Türkçe Şiirler adıyla kitap halinde yayımladı.

1907’de İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne girdi, aynı yıl Erzurum Rüsûmat nâzırlığına tayin edildi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra görevi Trabzon’a alındı. 31 Mart olayının ardından Bahriye Nezâreti müsteşarlığına getirildi; Ekim 1909’da Hicaz valisi oldu. Ancak Mekke Emîri Şerîf Hüseyin’le anlaşmazlığa düşünce görevi Sivas valiliğine nakledildi (Mayıs 1910). Sağlık sebepleri yüzünden bir süre sonra istifa edip İstanbul’a döndü (Ocak 1911). Resmî kuruluşu bir yıl sonra gerçekleşen, ancak fiilen Temmuz 1911’de kurulan Türk Ocağı derneğinin geçici idare heyeti başkanlığına seçildi. Ağustos 1911’de Erzurum vali vekilliğine getirildi ve ertesi yıl emekliye ayrıldı. 1913’te Musul’dan mebus seçildi. 17 Aralık 1914’te “Türkler’in ilk büyük millî şairi” tanıtımıyla Türk Ocağı tarafından adına büyük bir tören düzenlendi. Çanakkale savaşları sırasında kurulan İstanbul Hey’et-i Edebiyyesi ile birlikte savaş alanına gitti ve askerin mâneviyatını yükselten konuşmalar yaptı. Mütarekenin ardından İstanbul’un işgali üzerine bazı arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya gitti (Nisan 1921). Millî Mücadele devam ederken halka ve orduya moral verici konuşmalar yapmak için Mehmed Âkif (Ersoy) ve Sâmih Rifat’la birlikte Anadolu’ya gönderildi. Cumhuriyet’in ilânı üzerine Şarkîkarahisar (1923) ve Şebinkarahisar’dan (1927) mebus seçildi. 1930’da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Daha sonra Urfa (1932) ve İstanbul’dan (1943) milletvekili seçildi. 14 Ocak 1944’te vefat etti ve Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’na defnedildi.

Türk edebiyatı tarihinde daha çok Millî Edebiyat akımına yol açtığı kaydedilen “Anadolu’dan Bir Ses yahut Cenge Giderken” adlı şiiriyle tanınan Mehmet Emin, aslında bir halk çocuğu olup edebî zevkini küçük yaşta babasından dinlediği halk hikâyelerinden edinmiştir. Nitekim, “Ben İstanbul lehçesini anamdan, babamdan, sonra Anadolu lehçesini karımdan öğrendim; onun saf ve asil ruhunun kaynaklarından Türklük aşkının kevserini içtim” demiştir. Mehmet Emin’in yetişmesinde etkili olan diğer bir isim Cemâleddîn-i Efganî’dir. İslâm âlemini yok etmeye çalışan Batı emperyalizmine karşı mücadele eden Efganî, gezip dolaştığı ülkelerde aynı zamanda milliyetçilik şuurunun uyanmasına da yardım ediyordu. Mehmet Emin’in şiirleri Türk edebiyatında milliyetçilik hareketinin bir nevi başlangıcı olarak kabul edilir. Teknik ve estetik bakımdan pek güçlü sayılmayan bu şiirler gerek halkın zevk anlayışına hitap etmesi, gerekse halk hayatının bazı sahnelerini onların anlayabileceği bir dil ve üslûpla ifade etmesi dolayısıyla sade Türkçe ve hece vezniyle yazılmış şiirde öncü kabul edilmektedir. Mehmet Emin, Balkan savaşları yıllarında kaleme alınan Ey Türk Uyan! adlı kitabındaki şiirlerinde Türkler’in Altaylar’dan Anadolu’ya gelişlerini, gerçekleştirdikleri fetihleri ve yerleştikleri ülkelere medeniyet tohumları ektiklerini söyler. Edebiyatı ve özellikle şiiri “Güzellik için olmakla birlikte iyilik içindir de” şeklinde tarif eden Mehmet Emin, aynı yıllarda faaliyet gösteren Edebiyât-ı Cedîde şairlerinden farklı olarak sanatın gayesinin güzellik yanında millî fayda temin etmek olduğunu belirtmiştir. Onun amacı bir şair olarak şöhret kazanmak değil içinden geldiği halkın dertlerini ve acılarını dile getirmek, bunlara bir çare bulmaktır. Hayatının sonuna kadar edebiyatta halkçılık ve milliyetçilik prensibine bağlı kalan Mehmet Emin, Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda ortaya çıkan memleketçi edebiyatın oluşmasına da ön ayak olmuştur. Eserlerinde Türkçülük, milliyetçilik, memleketçilik, halkçılık ve Cumhuriyet’ten sonraki yıllarda inkılâpçılık unsurları asıl ağırlığı teşkil eder.

Eserleri

Mensur:

Fazilet ve Asalet (1891),
Türkün Hukuku (1919),
Halk Hükümeti-Halkçılık (1923),
Kral Corc’a (1923),
Dante’ye (Ankara 1928).

Manzum:

Türkçe Şiirler (1898),
Türk Sazı (1914),
Ey Türk Uyan! (1914),
Tan Sesleri (1915),
Ordunun Destanı (1916),
Dicle Önünde (1916),
Hastabakıcı Hanımlar (1917),
Turan’a Doğru (Ey Türk Uyan! ve Tan Sesleri ile birlikte, 1918),
Zafer Yolunda (1918),
İsyan ve Dua (1919),
Aydın Kızları (1921),
Mustafa Kemal (1928),
Ankara (1939).

Mehmet Emin’in bütün şiirleri Fevziye Abdullah Tansel tarafından bir araya getirilmiştir (Mehmet Emin Yurdakul’un Eserleri I: Şiirler, Ankara 1969). August Fischer de birçok şiirini Almanca tercümeleriyle birlikte yayımlamıştır (Übersetzungen und Texte aus der neuosmanischen Literatur: I. Dichtungen Mehmed Emins, Leipzig 1921).

Abdullah Uçman

Kaynak: İslam Ansiklopedisi, cilt 43.

Mehmed Emin Yurdakul kimdir? Hayatı ve eserleri: Milliyetçilik ve halkçılık üzerine yazdığı heyecanlı şiirleriyle ün yapmış Türk şâiri. 1869 yılında İstanbul Beşiktaş’ta doğdu. Babası balıkçı Sâlih Reis idi. İlk tahsilini Beşiktaş Sıbyan Mektebinde yaptı. Daha sonra Beşiktaş Askerî Rüşdiyesini bitirdi. İdâdîyi bitirmeden Mülkiye Mektebine girdi ve
bir süre sonra ayrıldı. Bir ara hukuk Mektebine devam etti.

Mehmed Emin, Sadâret Kaleminde bir süre maaşsız çalışmış, Sadrazam Cevdet Paşaya takdîm ettiği (1890) Fazilet ve Asalet isimli eserinin beğenilmesi üzerine aynı yere Rüsûmât Tahrîrât kalemi Müsevvitliğine tâyin edildi ve 1893’te Rüsûmât Evrak Müdürü oldu.

Uzun süre Rüsûmât Evrak Müdürlüğünde kalan Yurdakul, 1907 yılında gizli bir cemiyet olan İttihat ve Terakkî ile münasebet kurması ve idâre aleyhine, şiirlerinde yansıttığı fikirleri sebebiyle Erzurum’da vazifelendirildi. İkinci Meşrutiyet îlân edilmeden önce Rüsûmât Nâzırlığı vazifesiyle Trabzon’a nakledildi. Meşrutiyetin îlânından sonra 1908’de kısa bir süre Bahriye Nezâreti Müsteşarlığı, 1909’da Hicaz, 1910’da Sivas Vâliliğinde bulundu. İstifâ edip İstanbul’a döndüğünde Türk Yurdu Mecmuasının imtiyazını alarak; İttihat ve Terakki Partisiyle ihtilaflarına rağmen, dergiyi yayınladı. Türk ocağının kurucuları arasına katıldı. Fakat aynı anda 1911’de Erzurum Vâliliğine tâyin, 1912 senesinde emekliye sevk edildi.

1914 yılı başlarında Musul Mebusu olarak Osmanlı Meclis-i mebusanı (Mebuslar Meclisi)na girdi. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara’ya geçen Yurdakul, daha sonra Şarkikaraağaç, Urfa ve İstanbul milletvekilliklerinde bulundu. İstanbul Milletvekili iken 14 Ocak 1944’te öldü.

Mehmed Emin, ilk şiirini 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında yayınladı. “Ben bir Türküm, dînim, cinsim, uludur.” mısraı ile başlayan, kendisinden öncekilerden dil, konu ve anlatım bakımından tamâmen farklı olan “Cenge Giderken” isimli şiiriyle meşhur oldu. 1898 yılında yayınladığı Türkçe Şiirler adlı eseriyle iyice tanındı.

Mehmed Emin, Osmanlı Devleti üzerinde içte ve dışta akıl almaz oyunların oynandığı, huzursuzlukların birbirini takib ettiği buhranlı bir dönemde yaşamıştır. Edebi şahsiyetinin meydana gelmesinde, âilesinin tesiri yanında, yaşadığı yılların sosyal ve siyâsî durumu da rol oynadı. Edebiyat hayatına atılması, milliyetçilik akımının geliştiği bir döneme rastlamıştır.

Konusunu halkın dert ve ızdıraplarından alan, halk için halk diliyle yazdığı şiirleriyle “Millî Edebiyat” akımının öncüsü olmuş ve yeni bir çığır açmıştır. Mehmed Emin, Türk şiirinde sanatçı kişiliği ve edebî yönü zayıf olmakla birlikte, “Ben bir Türküm, dînim, cinsim uludur.” mısralarıyla, Türklüğünü haykıran bir şâir olarak, kendisinden sonra gelecek türkçülerin “lideri” olma vasfını kazanmıştır.

Mehmed Emin Yurdakul’un şiirleri, sanat değerinden ziyâde, edebiyatımıza getirdiği yeni dil ve duyuşlar, yeni temalar bakımından incelenir. pek az şiirinde mısra güzelliğine ve kompozisyon gücüne ulaşmıştır. Hece veznini kullanmışsa da halk şâirlerinin işlediği, yedili-onbirli gibi vezinleri dururken, şiirini iyice nesirleştiren on altılı, on dokuzlu kalıpları fazlaca kullanmıştır. Deyişleri yapmacık ve kuru hissini vermiştir. Şâirin 1899’da yayınladığı Türkçe Şiirler kitabı, devrin önde gelen edebiyatçılarının methiyelerini kazandığı gibi bir hayli taraftar da toplamıştır. Bâzı müsteşrikler tarafından da Türk Edebiyatında millî bir sadâ olarak değerlendirilmiştir. Mehmed Emin Yurdakul, bir fikir adamı değil, bir ideal ve sanat adamıdır. Fikir târihine ve fikrî eserlere derinlemesine nüfuz ederek, sağlam ve temel ölçüler sâhibi olacak tarzda sistemli bir tahsil görmediğinden, bizzat yaşadığı meşrutiyet devirlerinin çok tekrarlanan sloganları “Türkçülük- İslâmcılık-Asrîlik” fikirlerini benimsemiş ve yaymaya çalışmıştır. Bu üç unsur arasında bağ kurmaya ve üçünün bir sentezini yapmaya uğraşmıştır. Fikir yapısının temelini teşkil eden Türkçülük, bu sentezde ön sırayı almış, İslâmiyeti ve asrın îcaplarını buna göre değerlendirme gayretine düşmüştür. Fikrî yapısının bu şekilde teşekkül etmesinde, İslâm dünyâsında kavmiyyetçilik ve dinde değişiklik fikirleriyle tanınan ve mason olduğuna fetva verilmiş olan Cemâleddin-i Efgânî (Bkz. Cemâleddin-i Efgânî) ile beraberliğinin ve yakınlığının büyük tesiri olmuştur. Efgânî’nin ırkçı yönde Mehmed Emin’e, İslâmî reform yönünde Mehmed Âkif’e tesiri büyüktür. Onun bu düşünceleri esâsen Osmanlı Devletinin asırlardan beri sürdürdüğü devlet anlayışına olduğu kadar, bu anlayışın birinci kaynağı olan İslâmiyete de birçok bakımlardan ters düşmüştür. Bu sebeple Mehmed Emin ve fikirleri, Osmanlı Devletinin varlığı tamamen son buluncaya kadar ancak belli fikrî mahfellerde ve parti ocaklarında taraftar toplayabilmiştir.

Eserleri:

Fazîlet ve Asâlet (1890),
Türkçe Şiirler (1898),
Türk Sazı (1914),
Ey Türk Uyan (1914),
Tan Sesleri (1915),
Ordunun Destanı (1915),
Dicle Önünde (1916),
Turana Doğru (1918),
Zafer Yolunda (1918),
İsyan ve Duâ (1918),
Türk’ün Hukuku (1919),
Aydın Kızları (1919),
Mustafa Kemâl (1928),
Ankara (1939).

CENGE GİDERKEN’den

-Yurdumun Koçyiğitlerine-

Ben bir Türküm, dînim, cinsim uludur,

Sînem, özüm ateş ile doludur,

İnsan olan vatanının kuludur.

Türk evlâdı evde durmaz giderim.

Muhammed’in kitâbını kaldırtmam;

Osmancık’ın bayrağını aldırtmam;

Düşmanımı vatanıma saldırtmam.

Tanrı evi vîran olmaz, giderim.

………………………….

………………………….

Ak gömlekle göz yaşımı silerim;

Kara taşla bıçağımı bilerim;

Vatanım-çün yücelikler dilerim.

Bu dünyâda kimse kalmaz, giderim.

KAYNAK: REHBER ANSİKLOPEDİSİ, 13. CİLT

MEHMET EMİN YURDAKUL

Yaşamı ve Çevre Koşulları

Türkçe’ye inananların öncülerinden biri olan Mehmet Emin, İstan­bul’da doğdu (Mayıs 1869). Balıkçı Salih Reis’le Edirne yöresindeki köyler­den birinde doğup büyüyen Emine Hanım’ın oğludur. Çocukluğu, çalışma­nın ve alın terinin yaşanarak öğrenildiği orta halli aile çevresinde geçti.

Torunu Doğan Yurdakul’un yazdığına göre, Beşiktaş’ta Saray Mektebi olarak adlandırılan Sibyan Mektebi’ni bitirip Askeri Rüştiye’de (ortaokul) okuduğu yıllar, baba ocağının gelenek ve eğilimleri kişiliği üzerinde etkili ol­muştu. Babası Salih Reis; Kerem ile Aslı, Âşık Garip, Battal Gazi gibi halk roman ve destanlarını okutuyor, şair böylece çocuk yaşlarında çevresinin konuştuğu dille çelişmeyen bir yazı dilinin varlığını tanıma olanağı buluyor­du. Daha sonra ilkgençlik günlerinde kişiliğinin kurulmasında koşullayıcı önemi olan bu etkenleri şöyle belirtir:

… Ne yolda yazmalıydım? Gözleri ilk açılışta bir balıkçı evinin isli çatılarına ilişen bir halk evladına nasıl yazmak yaraşırsa, işte öyle…

Bu satırların getirdiği bir gerçek de, şairin Osmanlı mutlu azınlığının yö­netimi altında, kendisini başka bir kesimin, halk kesiminin insanı olarak duymasıdır.

Mehmet Emin, Askeri Rüştiye’den sonra Mülkiye ve Hukuk Mekteple­rinde okumuş, ama yükseköğrenimini tamamlama olanağı bulamamıştı. Gençliğinin bu evresinde, Bâbıâli Sadaret Dairesi Evrak Odası’nda bir süre “maaşsız katip” olarak çalıştı. Daha sonra yayımladığı Fazilet ve Asalet (1890) adlı kitapçığın Sadrazam Cevdet Paşa’nın ilgisini çekmesi üzerine Rüsumat Mektupçu Kalemi’ne atandı. Uzun süre bu dairenin evrak müdür­lüğünü yaptı (1897-1907).

Edebiyatçı kişiliği de bu yıllarda gelişmiş, Asır gazetesinde (Selanik, 1897) çıkan “Cenge Giderken” adlı manzumesi ve arkasından yayımladığı Türkçe Şiirler (1898) kitabı edebiyat çevrelerinde büyük ilgi uyandırmıştı. Kuruluş, dil ve öz yönünden alışılmış ölçülere hiç uymayan bu manzume­ler, şairlere uzak, halka yakın göründüler. Bu gerçeği Abdülhak Hamit, “Şi­irin okunurken nezdimde bulunan yetmiş yaşındaki bir ihtiyarın gözlerin­den yaşlar akıyordu” diye belirtirken, Şemsettin Sâmi, Türkçe Şiirler’i gele­cekteki Türk edebiyatının temel taşı olarak niteledi. Halit Ziya, Tevfik Fik­ret gibi “Servet-i Fünun”cular bile Mehmet Emin’in açtığı yolun başarısını kabul zorunda kaldılar.

Batılı araştırmacılardan, Ingiliz edebiyat tarihçisi Gibb, şaire yazdığı mektupta, “Siz geldiniz ve ne doğuya, ne batıya bakarak kendi vatandaşla­rınızın gönlünü okudunuz. İlk şiirinin doğru mazmunu ile, doğru ifade tar­zını siz buldunuz…” diye yazdı.

Türkçe Şiirler’i Rusça’ya çevirerek; Mehmet Emin Bey’in Milli Şiirleri adıyla yayımlayan (1903) Türkolog Viladimir Minorski ise, kitabın önya- zısında şairin özelliklerini 1) Temiz dil kullanmak, 2) Şiiri Türkçe’nin yapı­sına uymayan aruz ölçüsünden kurtarmak, 3) Halkı sevmek, insancıl konu­ları seçmek, biçiminde belirtiyordu.

ilk çıkışındaki hızı, Servet-i Fünun, Muktebes (İzmir), Çocuk Bahçesi (Selanik) dergilerinde yayımladığı şiirlerle sürdüren Mehmet Emin, gizli ça­lışan ittihat ve Terakki Fırkası ile ilişkilerinin hükümetçe öğrenilmesi üze­rine Erzurum’a sürgün edildi. Kısa süre sonra da gümrük nazırlığı göreviy­le Trabzon’a atandı.

M e ş r u t i y e t ’ t e n Sonra

Mehmet Emin, Meşrutiyet’ten sonra üç dört yıl daha devlet hizmetinde çalıştı. Hicaz vali vekilliği (1909), Sivas (1910) ve Erzurum (1911) valiliği görevlerinde bulunduktan sonra emekliye ayrıldı (1912). Dönemin düşün hareketlerinin uzağında yaşadığı bu yıllarda bile yakın arkadaşı Yusuf Ak- çura’nın (1876-1935) eylemlerini destekledi. Ziya Gökalp’in ulusçu akım içinde henüz adının anılmadığı bu evrede kurulan Türk Derneği’ne (8 Ocak 1908) üye oldu. Bir yandan da şiir ve yazılarını Selânik’te çıkan Bahçe der­gisinde yayımlıyor, açtığı yolu yeni örneklerle zenginleştirmeye çalışıyordu. Bu dergide çıkan yazılarının birinde ulusal edebiyatın ilke ve amaçlarını da ortaya koydu:

Ben eski edebiyattan iki yolda ayrıldım. Bunlardan birincisi yazış, İkincisi vezindir. Yazışta onlarla birleşemedim, çünkü Türklere karşı şimdiye kadar geciken bir işi ancak bu şekilde yazarsam görebilece­


ğim inanandaydım. Onlardan vezinde de ayrıldım, çünkü bu şekilde yazılan şiirleri parmak hesabından başka bir tarz ile söylemeye dil dönmüyor.

Üslûp yahut yazış, tabiatın ve insanlığın ruhta yahut beyin ve kalp­te uyandırdığı birtakım düşünce ve duyguları başkalarına yazı ile an­latma sanatıdır ki, bu yazıların yaradılışına ve içinde bulunduğu âle­min kendisine gösterdiği hâdiseleri hissedişine bağlıdır. O halde ben ne yolda yazmalıydım? Gözleri ilk açılışta bir balıkçı evinin isli çatı­larına ilişen bir halk evlâdına nasıl yaraşırsa işte öyle…

Daha sonra Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu), Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Yurdu Cemiyeti’ni kuran (31 Ağustos 1911) Mehmet Emin, Türk Ocakları’nın da kurucu üyeleri arasına katıldı. 1913’te Musul’dan mil­letvekili seçildi. Ne ki, asıl uğraşı olan edebiyat çalışmalarını sürdürüyor, Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Tan Sesleri, Ordunun Destanı, Dicle Önünde ki­taplarında ulusal duygulan işleyen 200’ü aşkın manzume yayımlıyordu.

Mütareke yıllarında Dr. Adnan (Adıvar), Yusuf Akçura, Ahmet Hikmet (Müftüoğlu) ile birlikte Milli Türk Fırkası’nın kurucuları arasında bulunan Mehmet Emin, daha sonra (Nisan 1921) Anadolu’ya geçti. İnebolu’ya çık­tıkları zaman Mustafa Kemal Paşa “çektiği telgrafta” şairi şu tümcelerle se­lamlıyordu:

Türk milliyetperverliğinin İlâhî mübeşşiri olan şiirleriniz bugünkü mücadelemizin rûh-u hamasetine ufk-u tulü olmuştur. Teşrifinizden duyduğum memnuniyeti beyan ile sizi milletimizin mübarek babası olarak selâmlarım.

Kurtuluştan sonra Şarkikaraağaç, Urfa ve İstanbul milletvekilliği yapan şair 14 Ocak 1944’te öldü.

Sanatı

Mehmet Emin Yurdakul, 4-5 yüzyıl saltanat süren görkemli, ama ken­dini tekrarlamaktan yorgun düşmüş bir şiir anlayışına dil, biçim özellikleri ve öz yönünden başkaldıran şairlerin başında gelir. Biliyoruz: Tanzimatçı­lar, karşı oldukları divan şiirinin nazım biçimlerini değiştirecek girişimler­de bulunamamışlar, dil ve söyleyiş bakımından yeni kuruluşlar getireme­mişlerdir. Genellikle Fransız nazım biçimlerinden “sonnet”yi kullanan “Edebiyat-ı Cedide” şairleri ise, aruz ölçüsüne bağlı olarak kurdukları di­zelerde isim ve sıfat tamlamalarına boğulan acayip bir dil yaratmışlardır.

Hâk-i siyahın üstüne sâfi şükûfeler!

Her şahsar şimdi ne yaprak, ne bir çiçek!

Bir tûde-i zilal ü siyeh-reng ü nâ-ümîd…

Ey dest-î âsmân-ı şitâ, durma, durma çek.

(Elhan-t Şita, Cenab Şehabettin)

Mehmet Emin’in başkaldırdığı şiir, bu görünüştedir. Çağdaşı olan “Ede- biyat-ı Cedide” şairlerinden özellikle Tevfik Fikret’i çok beğendiği halde, onun yalnız gerçeğe bakışından cesaret almakla yetindiği söylenebilir. Ge­nellikle “sonnet” biçiminde yazan Yurdakul, aruz ölçüsünü Türkçe’ye uy­madığı gerekçesiyle kullanmaz. Orta tabakanın konuşma diline geçen Arapça ve Farsça sözcüklere bile yer vermemeye özen gösterir.

Amacı Türkçe’yle, Türk insanının duyarlılığını yansıtacak yolu aramaktır onun. “Uç telli sazı” ile ulusunun acı yaşamını dile getiren ezgiler söylemek… Yüzyıllarca kendi yazgısına terk edilen Anadolu’nun gerçeğine ulaşmak… tutkusu ile yazar. Bu anlayışta olmayan şairleri kınadığını da saklamaz.

Evet benim şi’rimde yılan dişli diken var;

Sizler gidin, bal verecek yeni açmış gül bulun Belki benim acı sesim kulakları tırmalar,

Sizler gidin genç kızların türküsü ile şen olun.

(Benim Şiirlerim)

Kendisinden önce görülmeyen kavramlar getirir şiire: “Hür düşünce, milli duygu, milli dil, adalet, müsavat, esir millet, medeniyet, yoksulluk vb. ”

Toplumsal sorunları işlerken, yöneten azınlıkla yönetilen çoğunluk arasındaki çelişkiyi görür ve göstermekten çekinmez:

Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar,

Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar,

Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar,

Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.

Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın:

Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz azgın;

Derileri çatlak, bağrı kapkara;

Sağ elinin nasırında bir yara;

Başında bir eski püskü peştemal,

Koltuğunda bir yamalı boş çuval…

Ne o bacı?
Ot yiyoruz, n’olacak…
Tarlan yok mu?
Ne öküz var, ne toprak.

(Anadolu)

Kimi şiirlerine sadece gerçekte görüldüğü gibi yansıyan toplum, kimi şi­irlerinde ise toplumsal nedenlerle birlikte sergilenir:

Zira mülkte adalet yok, hürriyet yok, hukuk yok;

Hükümette haksızlık çok, ahaliye zulüm çok.

Her bucakta: demir elli istibdat,

Her bucakta: kaplan dişli cehalet;

Her bucakta: ölüm yüzlü sefalet;

Her bucakta: bin inilti, bin feryat…

İşte size İstanbul ki, tamamiyle eski Bizans, o Babil,

Sarayları kasaphane, mektepleri birer fesat ocağı;

Kışlaları mapushane, meclisleri birer casus yatağı;

İşbaşında olanları hep zelil.

(Vatan Tehlikede) biçiminde öfke dizeleri yazar ve sormaktan kendini alamaz:

Vatandaşlar, hür ve mesut ömür sürmek bir hakken,

Esir olmak, mazlum olmak, sefil olmak, bu neden

Divan şiirinde de yer yer rastlanan bilgece söylenmiş özdeyiş niteliğinde dizeler bolca vardır:

Bilmez misin, zincir sesi işitilen bir toprak Cennet olsa, bizim için bir karanlık zindandır.

(Beşiğin Önünde)

Tamah yine eski tamah, vicdan yine o vicdan,

Asrın yine felsefesi birbirini yemektir.

(Ne Zaman)

Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir.

(Bırak Beni Haykırayım)

Hür ve mesut olmak için bozkırların çobanlığı elvermez.

(Zanaat)

Mehmet Emin, toplumsal sorunların şairi olmak ister, kalabalığın diline aykırı görmediği zaman her konuyu işlemekten çekinmediği için ondan ön­ce hemen hemen hiç rastlamadığımız şiir adları çıkar karşımıza; “Para”, “Zanaat”, Çiftçilik”, “Hakkaniyet”, “Demir”, “Demirci”, “Örs Başında”, “Kibritçi Kız”.

Yarım yüzyılı aşkın sanat yaşamında gördüğü savaşlara (Yunan, Trab­lus, Balkan, I. Dünya, Kurtuluş Savaşları) katılanları görevleri konusunda uyarmak isteyen manzumelerinin çokluğu “milli şair” olarak anılmasını sağlar. “Ordudan Bir Ses”, “Ya Gazi Ol, Ya Şehit”, “Cenge Giderken”, “Kur’a Neferi”, “Vur”, “Orduya Selam” bu tür şiirleri arasında en bilinen­leridir.

Şiirlerin Biçim Özellikleri

Yurdakul, genellikle hecenin 8-7, 7-7, 4-4-4-3 kalıplarını kullandığı için şiirlerine uzun dizeler egemendir. Bu tür dizelerde sözcük seçimi, söyleyiş, uyum birliğini sağlamak güçtür. Şairin özel bir ses duyarlığına sahip olma­sı gerekir. Hele düşünce yönü ağır basan şiirlerde her dizenin kendine özgü oluşma koşulları vardır. Sözcükler sert ya da yumuşak olmaları yönünden dizenin yapısında belirli işlevlerle yükümlüdürler.

Ne ki Yurdakul, özel bir uyum yaratma kaygısı duymaz şiirlerinde, tek­düzeliğe, düzyazıya düşme tehlikesi gördüğü yerde gerekli mi gereksiz mi araştırmadan, soluğunu güçlendirmek için tekrarlara başvurur.

Bir yıl var ki dirlik yüzü görmemekte zavallı,

Bir yıl var ki bir dul gibi yürek yanık, göz yaşlı;

Bir yıl var ki, İshak gibi ah etmede her gece,

Bir yıl var ki, ırgat gibi bayırların sırtında,

Bir yıl var ki, hayvan gibi yumruk, sopa altında.

Onun olsun, o bahçeler, o altınlar, inciler Onun olsun, o tarlalar, o inekler, keçiler Onun olsun, o dört gözlü, ak sıvalı konaklar.

Türk Sazındaki çoğu şiirinde (Bırak Yapma, Ordudan Bir Ses, Çocuk­lar, Sakm Kesme, Vatan Tehlikede, İlk Yara, Beşiğin Önünde, Sürücü, Ah­retlik) görülen bu gibi tekrarlara karşın gene de dizelerinin doğal söyleyiş kıvraklığına ulaştığı söylenemez.

Öte yandan, sözcüğün uyak olması dışındaki işlevlerine (kulağa hoş gel­mesi, söyleyişi bozmaması) bağlı bir araştırma disiplini olmadığını sezdiren kolay uyaklarla yetindiği çoktur.

Sizi seven kalpleriniz bizim o gün En amansız acımızı unutturur;

O güvercin elleriniz göğsümüzün En onulmaz yarasını kurutturur.

(Ordunun Destanı)

Beyaz siyah ırkların dillerinde anıldın Şarkın garbın yüzlerce putlarının önünde Kılıç ile kalkanın bir tanrısı tanıldın.

(Ey Türk Uyan)

örneklerinde görüldüğü gibi, uyak uğruna söyleyişi bozmaktan bile çekin­mez.

Bu saptamalara bakarak Mehmet Emin’in -Türkçenin gizli gücüne inandığı halde- onun güzelliğini yansıtan bir dil ustası olmadığını söylemek mümkündür. Ne ki bu orta halli -kimi zaman zayıf- kuruluşlarla bile or­taya koyduğu bir gerçek vardır; Türkçe’nin zenginliğini, şiir diline uygun­luğunu göstermek…

Mehmet Emin’in bu amacında başarı sağladığının en açık kanıtı, kendi­sinden sonra gelen şairlerin çoğunlukla hece ölçüsüyle ve Türkçe yazmala­rıdır. Bu etkiyi yadsımayan iki şairin düşüncelerini öğrenelim:

Hecenin beş şairinden biri olarak ben, Mehmet Emin beye çok şey­ler borçlu olduğuma inanıyorum. Namık Kemal’den sonra Mehmet Emin beyin şiirleri de, onun sazı gibi, vatan ve millet aşkını kalbimi­zin tellerinde titretmişti. (Halit Fahri Ozansoy, Edebiyatçılar Geçi­yor, sf. 145, 1967)

Bak tuhaf bir şey gibi gelecek ama, ben bugünlerde Mehmet Emin’i inkâr olunan tarafıyle yani şair tarafıyle keşfettim. Şüphesiz ki, Milli Türk şairi filan değil, lâkin iyi şair. Adamcağızın bu esaslı tarafını ku­laktan dolma telkinlerle inkâr edip durmuşuz. (Nâzım Hikmet, Bur­sa Cezaevinden Vâ-Nû’lara Mektuplar, sf. 71, 1970.)

Dünya Görüşü

Şiirlerinde ulusçu ve halkçı bileşimlere ulaşmak isteyen Mehmet Emin, -zaman zaman bağlı bulunduğu ulusçuluk akımının kuramlarına ilişkin düşünceler ortaya koymasına karşın- hiç kuşkusuz bir ideolog değildir. Edebiyat konuşmalarında sanatını tanımlarken de toplumsal sorunlara faz­la değinmez. Alçakgönüllü ifadelerle şiirinin özelliklerini açıklar, inançları­nı belirtmekle yetinir:

Memleketimin sefillerinin, dertlilerinin küçük bir şairi olabilmek, bütün milletimin hürriyet ve saadetini temin edebilmek için yaşa­mak… İşte benim sanatımın ve hayatımın gayesi…

Amacı, “halkın şairi olmak”tır. Özgürlük, vatan ve insancıl konulara bağlı temaları işleyen şairleri (Petöfi, Mayekot) örnek göstererek yalnız ol­madığını anlatmak ister.

1908’den sonra, dönemin öteki ulusçuları gibi o da, Turan ülküsünü be­nimser:

Ey milletim, yüz milyon yine senin neslindir;

saf Kafkas’la Arcıyas Hiçbir vakit Türkleri kardeşlikten ayırmaz;

Bu mübarek dağlar da senin birer ilindir.

(Ey Türk Uyan)

O Turan ki, onun her bir bucağı Bize nice hikâyeler nakleder:

Bin bir hakan sayan aziz toprağı,

“Hintten, Çin’den önce doğan benim.” der.

(Irkımın Türküsü)

dizelerinde görüldüğü gibi tarihsel kökleri arama gereksinmesine bağlanabi­lecek istekleri aşar; sınırlar ötesinde yaşayan “Çuvaş’ı, Azeri’yi, Başkurt’u, Kalmuk’u” bir bayrak altında toplama politikasının amaçlarına yönelir.

Hiç kuşkusuz, dindar bir kişidir ve din duygularını işleyen şiirler de ya­zar ama bunlar, -kimi araştırıcıların öne sürdükleri gibi- Efganlı Şeyh Ce- malettin’in İslam Birliği ülküsü doğrultusundaki görüşlere örnek olacak ni­telikte değildir.

Dünya Savaşı yenilgisinden sonra, ulusçuluk anlayışını Anadolu’nun kurtuluşu ülküsüne bağlayan Mehmet Emin, uzun yıllar milletvekilliği yap­masına karşın etkin bir politika adamı kimliği göstermemiştir.

YAPITLARI:

Fazilet ve Asalet (1890),
Türkçe Şiirler (1899),
Türk Sazı (1914; ikinci bas. Agâh Sûfi Levend’in önyazısı ile 1969),
Ey Türk Uyan (1914),
Tan Sesleri (1915),
Ordu’nun Destanı (1915),
Dicle Önünde (1916),
Turana Doğru (1918),
Zafer Yolunda (1918),
İsyan ve Dua (1918),
Türk’ün Hukuku (1919),
Aydın Kızları (1919),
Mustafa Kemal (1928),
Dante’ye (1928),
Ankara (1928).